Etiket: psikologdilanyücel

  • Anne Oldum Ya Sonra?

    Anne Oldum Ya Sonra?

    Anne olmak… Kimisi için heyecanla beklenilen, kimisi için koca bir boşluk. İkisi için de ortak özellik; doğum sonrası gerçeklikle, duygularla yüzleşmek. “Anne oldum, ya sonra?” sorusu işte bu kırılmanın ardından fısıldanır çoğu zaman. Kucakta bir bebek, annenin yorgunluğu ve akıldan geçen binlerce soru…

    Doğum Sadece Bebeğin Yaşadığı Bir Durum Değil
    Doğum sadece fiziksel bir olay değildir. Kadın için bu süreç, bilinçdışında kendi annesiyle olan ilişkisine, bebekken yaşadığı olaylara, hatta bebeklik sonrasında yaşadığı deneyimlere kadar uzanır. Yeni doğan sadece bebek değil; annenin de yeni rollerinin doğduğu bir aşamadır. Bu geçiş her anne için farklı işler. Bazı kadınlar, kendi bebekliğindeki çözülmemiş travmalara regrese olup depresyona girerken; bazı anneler ise psikolojik olarak aynı stabilitede devam ederler.

    Kaybolan Benlik: “Ben de Varım” Diyemeyen Anneler
    Birçok kadın doğumdan sonra bir boşluğa düşer. Eğer herhangi bir bebeklik, çocukluk travması yoksa, bunun sebebi yeni sorumluluklar ve özellikle çalışan bir anne için düzenin tamamen değişmesi olabilir. “Ben sadece anne miyim artık?” sorusu, bize ileriki senelerde yaşanacak problemlerin ayak seslerini getiriyor olabilir. Bu çatışma çözümlenmeden bastırılırsa, ileriki yıllarda depresyon, öfke patlamaları, evliliğe yabancılaşma ya da çocuğa aşırı bağlanma gibi belirtilerle kendini gösterebilir.

    Kendi Bebekliğine Regresyon
    Anne, özellikle doğumdan sonraki ilk aylarda kendi bebeklik dönemine bilinçdışı bir regresyon yaşayabilir. Burada, kendi annesiyle o dönemki ilişkisi; aldığı ya da alamadığı duygusal ve fiziksel bakımın izlerini bilinçdışı şekilde hatırlamasıyla bazı psikolojik durumlar tetiklenir. Örneğin, kendi bebekliğinde yeterince aynalanmamışsa, bebeğine karşı “İçimden hiçbir şey gelmiyor”, “Bebeğime karşı yabancı hissediyorum” gibi söylemler baş gösterebilir. Bu cümleler, psikodinamik bir regresyonun dışavurumudur.

    Ya Sonra?
    Annenin bu dönemde psikolojik destek alması büyük önem taşır; çünkü eş, dost, akrabalar onu isteseler de tam olarak anlayamazlar. Burada çözülmemiş bazı çatışmalar yatar. Öncelikle bireysel terapiyle, sonrasında ise sosyal destekle, eşin rol paylaşımıyla ve en önemlisi annenin kendine izin vermesiyle iyileşme süreci gerçekleşebilir. Anne eğer bu dönemde destek alamazsa, bir süre sonra bebekli yaşama alışabilir ama bu durum kendiliğinden geçmek yerine şekil değiştirerek ileride karşısına tekrar çıkması kaçınılmaz bir son olur.

  • Beslenme Savaşları: Emzirme Zorunluluğu Psikolojisi

    Beslenme Savaşları: Emzirme Zorunluluğu Psikolojisi

    Anne sütü, bebeklerin ilk beslenme ürünü… Besleyicilik açısından her ne kadar zengin olsa da her bebek anne sütünden faydalanamıyor. Emziremeyen annelerin iç dünyası ise bu noktada karışıyor. Annenin bebeğini ne kadar emzirdiği, hangi sıklıkta emzirdiği, sütünün kalitesi ve azlığı-çokluğu toplumsal olarak da konuşulup anneyi yoran bir hâle geliyor. İşte tam da bu noktada, anne sütü biyolojik bir olaydan çıkıp psikolojik bir kısma doğru yol alıyor. Birçok kadının anneliğiyle ilgili yetersizlik duygularını tetikleyen bu durumu konuşmamız gerekiyor çünkü bazen mama biberonuyla beslenen bir bebek, emzirme baskısıyla büyüyen bir annenin kırılgan psikolojisinden çok daha sağlıklı olabilir.

    1. Psikodinamik Bakış: “İyi Anne” Olmanın Görünmeyen Yükü

    Annelik yalnızca bugün deneyimlediğiniz olaylardan ibaret değil; geçmiş kuşaklardan gelen bilinçdışı izleri taşıyan yeni bir deneyim yoludur. Emzirme sadece besleme değil, bir bağ kurma, yeterli olma ve sevgiyi gösterme biçimi olarak da yorumlanır.
    Emzirme, nesne ilişkileri kuramcılarına göre bebeğin dış dünya ile ilk ilişkilerinden biridir. Bu süreçte anne sadece bir “besin kaynağı” değil, aynı zamanda bebek için birincil sevgi nesnesidir. Emzirme deneyimi sevgi ve güvenle gerçekleşirse, bebek dış dünyaya dair olumlu düşünceler taşır.
    Yanlış anlaşılmasın, bu durum fiziksel olarak meme ile beslenmeden ibaret değil. Yani biberonla beslenen, annenin sevgi ve güvenini o an yaşayan bir bebek de hayata dair olumlu düşünceler taşıyabilir. Kuramcılar bu noktada anne memesini sadece temsili olarak baz alırlar.
    Aynı şekilde, Melanie Klein’ın “iyi meme” ve “kötü meme” kavramı da fiziksel memeyi değil, memeye dair bebekte oluşan ruhsal temsilleri ifade eder. Biberonla beslenen bir bebek, eğer sevgiyle, düzenli ve sakin bir temasla besleniyorsa; bu “iyi meme” (yani iyi nesne) temsili yine gelişebilir. Buradaki iyi nesne, anneyi temsil eder. Asıl önemli olan emzirmemek değil, duygusal olarak orada olmamaktır. Bebek için esas zedeleyici olan budur.

    2. Emzirme Zorunluluğunun Toplumsal Baskısı ve Annenin İçsel Dünyası

    Toplumumuz emzirme konusunda hassas bir yapıdadır desek yanlış olmaz çünkü anne doğum yapar yapmaz, sütü fazlaca olsa dahi süt artırmanın yollarını etraftan dinlerken kendini bulabilir. Burada anneye verilen örtük mesaj, “Her an yetersiz olabilirsin” ya da “Zaten yetersizsin” şeklinde olabilir ve lohusa annenin kırılganlığını, psikolojisini oldukça etkileyebilir.
    Bir üniversite araştırmasına göre (Boğaziçi Üniversitesi, 2021), doğum sonrası ilk altı ayda mama vermek zorunda kalan annelerin %68’i suçluluk duygusu yaşadığını, %54’ü ise sosyal çevresi tarafından “eksik anne” gibi hissettirildiğini bildirmiştir. Bu veriler, toplumsal baskının annelerin iç dünyasında ne kadar yıkıcı etkiler bırakabildiğini gösteriyor.
    Özellikle sosyal medyada emziren annelerin idealize edilmesi, doğumdan sonra yeterince sütü olmayan ya da tıbbi nedenlerle emziremeyen annelerde değersizlik ve başarısızlık hissi yaratabiliyor. Bu da doğum sonrası depresyonun derinleşmesinde önemli bir risk faktörü hâline geliyor.

    3. Annelik Bir Yarış Değil: Farklı Ama Eşit Anneler

    Her çocuğun hızı farklı olduğu gibi, her annenin hızı da farklıdır. Anneliği yarış hâline getirmekten ya da böyle getirilen ortamlarda bulunmamaya dikkat etmenizi öneririm. Sınırlarınızı yeterince çizerseniz sizi etkileyen olumsuz söylemler bir süreden sonra yok olacaktır.
    Önemli olan annenin duygusal olarak iyi olmasıdır. Bazen emzirmek değil, emzirmeye zorlanmak annenin bedenine ve ruhuna daha fazla zarar verir.

    4. İyi Anne Tanımını Yeniden Yapmalıyız

    Bir annenin çocuğuna gösterdiği güvenli sevgi, şefkat ve değer hissi, bebeğin en temel besinidir. Biberonla veya meme ile bu duyguları yaşatarak besliyorsanız, “yeterince iyi anne”siniz diyebilirim.

  • Çocuklarda Mizaç: Doğuştan Gelen Bir Harita mı, Şekillenen Bir Yol mu?

    Çocuklarda Mizaç: Doğuştan Gelen Bir Harita mı, Şekillenen Bir Yol mu?

    Her çocuk farklıdır. Kimi çocuk gözlemci ve sakinken kimisi hareketli ve keşfetmeye meyillidir. Bazı bebekler en ufak bir durumda ağlayıp sakinleşmesi zorken, bazıları ise daha kolay sakinleşir ve ortama adapte olur. Peki, bunların hepsi doğuştan gelen bir mizaçtan mı kaynaklanıyor, yoksa anne, baba ve çevrenin tutumuyla mı oluşuyor?

    Mizaç Nedir ve Neden Önemlidir?

    Mizaç, bir çocuğun doğuştan getirdiği bireysel özelliklere denir. Yani, bir çocuğun dünyayı nasıl algıladığı, olaylara nasıl tepki verdiği ve çevresiyle nasıl ilişki kurduğu mizacının temel taşlarını oluşturur.

    Thomas ve Chess’in klasik mizaç kuramına göre çocuklar üç temel mizaç grubuna ayrılabilir:

    • Kolay mizaçlı çocuklar: Düzenli uyku ve beslenme alışkanlıkları olan, yeni durumlara kolayca uyum sağlayan çocuklardır.
    • Zor mizaçlı çocuklar: Değişimlere karşı daha hassas, yoğun tepkiler veren ve uyum sağlaması zaman alan çocuklardır.
    • Yavaş ısınan çocuklar: Yeni durumlara karşı temkinli yaklaşan ancak zamanla alışan çocuklardır.

    Bu özellikler, çocukların ileride stresle başa çıkma mekanizmalarına kadar etki edebilir. Ancak bu, mizacın sonsuza kadar aynı kalacağı anlamına gelmez.

    Mizaç ve Ebeveyn Tutumları

    Bir çocuğun mizacı, anne-babanın tutumları, çevresiyle etkileşimi, arkadaşlarıyla iletişimi, yaşadığı olaylar ve hatta travmalar sonucu dahi değişebilir. Örneğin, hassas ve kırılgan bir yapıya sahip çocuğunuz okulda arkadaşları tarafından hayal kırıklığına uğratıldığında, bir süre sonra kırılgan yapısında değişiklikler gözlemlenebilir. Hassas ve zor bir mizaca sahip bir çocuk, ebeveynleri tarafından anlaşıldığında daha güvenli bağlanabilir ve duygusal olarak dengeli bir birey olabilir. Ancak, duyarlılığı göz ardı edilirse veya sürekli eleştirilirse kaygılı ya da içe kapanık hale gelebilir. Bu nedenle, ebeveyn tutumu oldukça önemlidir.

    • Eğer çekingen bir çocuğa sahipseniz, onu cesaretlendiren ve özgüvenini artıracak deneyimler yaşatmalısınız. Örneğin, oyun oynarken onun oyunu yönetmesine izin verebilir ve size görevler vermesini isteyebilirsiniz. Ayrıca, ev içinde yaşına uygun görevler verip başardıktan sonra onu tebrik etmelisiniz.
    • Eğer hareketli bir çocuğa sahipseniz, ona güvenli alanlar sunarak enerjisini doğru yerde harcamasına yardımcı olmalısınız. Bu tür çocuklar için dışarıda zaman geçirmek önemlidir. Kendi programınıza çocuğunuzu dahil edebilir veya evde daha fiziksel hareketler içeren oyunlar oynayabilirsiniz. Örneğin, evdeki eşyalardan oyun parkuru kurup birlikte oynayabilirsiniz. Eğer çocuk enerjisini atamazsa, bir süre sonra öfkesini gösterebilir veya içe kapanma durumu yaşayabilir. Tabii ki her çocukta sonuç aynı olacak diye bir kural yok, ancak çocuk enerjisini ve duygularını ifade edemediğinde, zamanla farklı problemlerle karşılaşabilirsiniz.

    Sonuç: Çocuğunuzu Tanıyın, Onunla Uyumlanın

    Her çocuk farklıdır. Tıpkı beş kardeşin bile birbiriyle tamamen aynı olmadığı gibi. Kendinizi düşünün; ailenizin aynısı mısınız? Mutlaka farklı yönleriniz vardır. Çocuklar da sizin aynınız değildir. Çok sabırsız bir çocuğunuzu bile gerekli yönlendirmelerle törpüleyebileceğinizi söyleyebilirim.

  • Aşkı Bilinçdışımız Mı İstiyor, Yoksa Biz Mi?

    Aşkı Bilinçdışımız Mı İstiyor, Yoksa Biz Mi?

    Aşk, çağlar boyu sanat, tarih, bilim, toplum ve felsefede yer edinmiş bir kavram olmuştur. Kimi zaman açıklanamayan, duyguların beynimizde oynadığı bir oyun mu, yoksa kişiye özel yaşadığımız bir durum mu olduğu hâlâ tartışılıyor. Peki, gerçekten de aşk “normal” bir duygu mu? Yoksa bilinçdışı dinamiklerin bir yansıması olarak, aslında doğası gereği anormal mi?

    Aşkın Bilinçdışı Dinamikleri

    Sigmund Freud’a göre aşk, çocukluk dönemindeki ilk bağlanma ilişkilerinde yatıyor. Anne, baba ve bakım verenimizden aldığımız ilk sevgiyi, reddedilmeyi, şefkati ve güveni, yetişkinlikteki ilişkilerimize de yansıtıyoruz.

    Örneğin, eğer anne “yutan” bir karakterdeyse (çocuğun tüm kararlarını kendi veren, onu bağımlı hâle getirmeye çalışan, özerkleşmesini engelleyen), bu çocuk yetişkinlikte annesine benzediğini fark ettiği tüm kadınlardan kaçacaktır. Tabii ki “yutan anne sendromu”na sahip kadınlarla ilişki kurmak zordur, ancak kişi bilinçdışında farkında olmadan kaçıyorsa, partneri sağlıklı olsa dahi bunu fark etmeyip ondan uzaklaşabilir. Bu durum, narsistik kişilik yapılanmasına sahip bireylerde de görülebiliyor. Kaçıngan bağlanma türü de buna bir örnek.

    Peki, bu kişi annesi gibi birine de âşık olabilir mi? Kesinlikle evet! Çünkü eğer yetişkinliğinde “kurban” rolüne girmişse, kendisine annesi gibi davranan kadınları bulacaktır. O hâlde aşk, doğduğumuz eve göre değişiyor mu? Bence evet. Düşünsenize, şu anki ailenizden çok farklı bir ailede büyüseydiniz, yine de partner seçimleriniz aynı olur muydu?

    Freud’a göre, duygularımız doyurulmuyorsa ve bilinçdışında bizi doyuracak birisi karşımıza çıktığında, “Aşık oldum.” diyoruz. Bu teoriye göre aşk, aslında hepimizin bilinçdışında belli. Sadece kişiler değişiyor ve biz aynı aşkı tekrar tekrar yaşıyor gibiyiz.

    Gelişen dünya ile burada ekstra söylemek istediğim şey, bunu değiştirebileceğimiz. Yapılan araştırmalar, bağlanma stilimizi dahi yetişkinlikte değiştirebileceğimizi gösteriyor. Sürekli güvensiz ilişkiler yaşarsak, güvenli bağlanmaya sahip olsak bile şüphelerimiz eskiye göre artar—bu gayet normaldir. O hâlde güvenli ilişkiler yaşarsak, güvensiz bağlanma stilimiz de değişebilir. Tabii ki bilinçdışı süreçleri fark etmek uzun zaman alabilir. Bu noktada profesyonel desteğe ihtiyaç duyabilirsiniz.

    Aşk, bence herkesin yaşaması gereken bir duygu. Bazen tüm duyguları bir arada barındırsa da, sadece üç harfe sığacak kadar da anlamı derin bir şey: “Aşk.”

  • Anne Olduktan Sonra Değişim: Kendini Yeniden Keşfetmek

    Anne Olduktan Sonra Değişim: Kendini Yeniden Keşfetmek

    Anne olmak, kimisi için beklenmedik, kimisi için istenilmeyen, kimisi içinse yıllarca çok istenen bir kimliktir. Bu kimlikle birlikte büyük bir dönüşüm de kapıyı çalıyor. Dönüşüm dersek, açıkçası herkes kendi farkındalığı kadar dönüşüyor. Bu yolda belki de hiç fark etmediğiniz özelliklerinizi keşfettiniz, hiç tatmadığınız duyguları tattınız. İçimizde aslında her duygu var; sadece yaşadığımız olaylar bunları ortaya çıkarıp şiddetini belirliyor. İşte, anne olduktan sonra gelen değişim de bu olaylara dahil…

    Annelikle Birlikte Gelen Değişimler

    1- Kimlik Değişimi ve Kendi Benliğini Yeniden Tanımlama: Anne olduktan sonra “Ben artık kimim?” sorusuyla yüzleşebilirsiniz. Öncelikler değişir, sosyal roller farklılaşır ve bazen eski benlik algısı kaybolur. Burada psikolojik sağlığınız için unutmamanız gereken nokta, anneliğin sizin tek kimliğiniz olmadığıdır.

    2- Duygusal Dalgalanmalar ve Psikolojik Sağlamlık: Hormonların değişimiyle birlikte doğum sonrası depresyon, anksiyete veya aşırı duygusallık sıkça görülebilir. Bir gün mutluyken, diğer gün yorgunluktan hayatı sorgulamaya başlayabilirsiniz. Şunu unutmayın: Bu süreç geçicidir ve yaşadığınız bu duygusal dalgalanmalar çok normaldir.

    3- Sosyal Çevrede Değişimler: Anne olduktan sonra çevreniz değişebilir. Eskiden görüştüğünüz, çocuğu olmayan arkadaşlarınızla eskisi kadar görüşemeyebilirsiniz. Önceden rahatça yapılan planlar yerini, çocuğun bakımına göre şekillenen programlara bırakabilir. Bazı arkadaşlıklar zayıflarken, benzer süreçlerden geçen annelerle daha güçlü bağlar kurulabilir.

    4- Beden Algısı ve Öz Şefkat: Hamilelik ve doğum, beden üzerinde kalıcı değişimler bırakabilir. Pek çok anne, eskisi gibi görünmemekten rahatsız olabilir ve kendini yetersiz hissedebilir. Ancak bedenin, doğum gibi mucizevi bir süreci gerçekleştirdiğini hatırlamak ve bu değişimi kabullenmek gerekir. Örneğin, problem kilo alımıysa, zamanla bir uzmandan destek alarak istediğiniz forma kavuşabilirsiniz.

    Bilim Ne Diyor?

    Stanford Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, annelik beyin yapısında belirgin değişiklikler yaratıyor. Araştırmada, yeni annelerin beyin taramaları incelendiğinde özellikle duygusal düzenleme, empati ve karar alma süreçlerinden sorumlu olan bölgelerde yoğun bir aktivite artışı gözlemlenmiş. Çalışma, anneliğin sadece psikolojik bir süreç değil, aynı zamanda beynin yeniden yapılanmasını sağlayan biyolojik bir dönüşüm olduğunu gösteriyor. Aynı araştırmada, annelerin doğumdan sonra stres seviyelerinde dalgalanmalar yaşadığı ancak zamanla psikolojik dayanıklılıklarının arttığı da vurgulanıyor. Bu bulgu, anneliğin getirdiği değişimlere uyum sağlamak için sabırlı ve kendine karşı şefkatli olmanın önemini ortaya koyuyor.

    Anne Olduktan Sonra Kendini Kaybetmemek İçin Öneriler

    • Kendinizi annelikle sınırlamayın.
    • Destek almaktan çekinmeyin.
    • Küçük mola anları yaratın.
    • Duygularınızı bastırmak yerine onlarla yüzleşin.

  • Çocuğunuzla Dijital Oyundan Ziyade Etkileşimli Oyun Oynayın

    Çocuğunuzla Dijital Oyundan Ziyade Etkileşimli Oyun Oynayın

    Anne olarak çocukla oyun oynamak, çocuğun gelişim sürecinde en büyük rehberlerden biri olmayı da beraberinde getirir. Oyun, çocuğunuzun dilidir. Duygularını ve düşüncelerini en saf hâliyle ifade ettiği alandır. Çocuğunuzla oyun oynadığınızda sadece keyifli bir vakit geçirmekle kalmayıp onun iç dünyasını da görmüş olacaksınız.

    Oyun ve Çocuk Psikolojisi

    Çocuklar oyun sırasında kendilerini, çevrelerini ve ilişkilerini keşfederler. Oyun, aynı zamanda ebeveynler için de çocuğuna ulaşabilmenin en keyifli yoludur. Ayrıca oyun oynayarak güvenli bağ kurup bunu güçlendirebilirsiniz. Çocuğunuzun bilinçdışı korkularını ve bastırılmış duygularını oyun yoluyla görebilirsiniz. Örneğin, çocuğunuz doktora gitmekten korkuyorsa oyun sırasında hastane ve doktor oyunları oynayarak korkusunu oyunda işler. Çocuk, annesiyle yeterince duygusal ve fiziksel temasta değilse örneğin oyunda bir bebeği besler, ona şefkat gösterir. Bu durumda çocuğunuzun size karşı olan düşüncelerini de fark etmiş olursunuz.

    Oyun Oynamanın Çocuk Gelişimine Katkıları

    1- Duygusal Düzenleme: Çocuğun yaşadığı korku ve stresi dışarı atması gerekir. Bunu oyun yoluyla yaptığında duygusal olarak rahatlar. Özellikle travmatik (sadece bireysel değil, doğal afetler de dâhil) veya stresli olaylardan sonra çocukların oyun yoluyla bu deneyimleri tekrar ettikleri ve rahatladıkları gözlemlenmiştir.
    2- Bağlanma ve Güven Duygusu: Anne-çocuk ilişkisini güçlendirir, çocuğa sevildiğini ve önemsendiğini hissettirir.
    3- Bilişsel Gelişim: Hayal gücünü ve problem çözme becerilerini destekler. Çocuklar oyun sırasında yeni senaryolar kurarak olaylar arasında neden-sonuç ilişkisi geliştirmeyi öğrenir.
    4- Sosyal Beceriler: Kurallı oyunlar sayesinde çocuklar paylaşmayı, sırasını beklemeyi, iş birliği yapmayı ve empati kurmayı öğrenir. İlkokul çağında okula adapte olmada kolaylık yaşanır.

    Anneler İçin Öneriler

    • Oyun Sırasında Yönlendirmeyi Bırakın: Çocuğunuzu serbest bırakın ve istediği gibi oynasın. Onun anlattığı senaryoya uyum sağlayın. Oyuna dâhil olun ve size anlatmaya çalıştığı duygularını gözlemleyin.
    • Oyuna Günlük Rutininizde Yer Açın: Yoğun bir gün içinde bile 15-20 dakikanızı sadece çocuğunuzla oyun oynamaya ayırın. Bu kısa süre bile çocuğunuz için oldukça anlamlı olabilir. Örneğin, o gün okulda yaşadığı bir zorbalığı veya problemi oyun yoluyla size aktarabilir.
    • Çocuğun Oyun Temalarını Gözlemleyin: Sürekli tekrar eden oyunlar, çocuğunuzun iç dünyası hakkında ipuçları verebilir. Örneğin, sürekli devam eden bir oyun, travmatik bir olayı anlatıyor olabilir. Sizin için önemsiz sayılabilecek bir olay, çocuğunuzun duygu dünyasında büyük bir öneme sahip olabilir. Bunu öğrenmenin en basit ve doğru yolu oyundur.
    • Dijital Oyundan Ziyade Etkileşimli Oyunlara Yönelin: Çocukların ekran başında geçirdiği uzun süreler, yüz yüze etkileşimi azaltabilir. Evinizde bir saksıya çiçek ekmek bile çocuğunuzun yaratım duygusunu geliştirecektir. Çiçek sulanacak, büyüyecek ve yeni yapraklarını verecek. Çocuğun bu anlara şahit olması, sabır duygusunu da pekiştirecek ve hayatta her istediğinin dijital oyunlar gibi anında olmayacağını fark etmesini sağlayacaktır.

    Çocuğunuza oyun oynama fırsatı verin ve dünyayı nasıl gördüğünü anlayacaksınız. Garry L. Landreth’ın dediği gibi: “Oyun, çocuğun dili, oyuncakları ise kelimeleridir.”

  • Hamilelikte Beslenme ve Psikolojik Sağlık

    Hamilelikte Beslenme ve Psikolojik Sağlık

    Hamilelikte duygusal dalgalanmalar, ilk trimesterdan itibaren başlar. Endişe, sinir, ağlama halleri veya birden kahkahalara boğulmak… Bunlar sürecin doğal getirdikleridir. Vücudunuzun hormonal olarak değişmeye başladığının bir göstergesidir. Dengeli bir beslenme ise bu süreci daha rahat atlatmanıza yardımcı olabilir.

    Tüketilmesi Faydalı Besinler

    • Ceviz, Badem, Fındık: Omega-3 yağ asitleri sayesinde ruh halini düzenler.
    • Yoğurt ve Kefir: Probiyotikler, bağırsak-beyin ekseni üzerinde olumlu etki yaparak kaygıyı azaltır.
    • Tam Tahıllar: Kan şekerini dengeleyerek anksiyete dalgalanmalarını önler.
    • Yeşil Yapraklı Sebzeler: Folik asit içeriğiyle stres seviyelerini azaltır.

    Riskli Besinler

    • İşlenmiş Gıdalar: Ruh halini olumsuz etkileyen iltihaplanmaya neden olabilir.
    • Civa İçeriği Yüksek Balıklar: Zehirlenme riski taşır.

    Tüketilmesi Gerekli Vitaminler

    • B6 Vitamini (Muz, patates): Serotonin üretimini destekler.
    • Omega-3 Yağ Asitleri (Somon, ceviz): Stresi azaltır, zihinsel netlik sağlar.
    • Magnezyum (Ispanak, badem): Rahatlama ve uykuya destek olur.

    Hormonlar ve Beslenmenin Etkisi
    Hamilelik sürecinde değişen hormon seviyeleri, ruh hali dalgalanmalarına neden olabilir. Bu durum zaman zaman kaygı, huzursuzluk ve yorgunluk hissiyle kendini gösterebilir. Magnezyum eksikliği, kas gerginliği ve sinirlilik gibi durumları tetikleyebilirken, Omega-3 yağ asitleri gibi besinlerin düzenli tüketimi ruh halini dengeleyebilir.

    Daha sakin bir hamilelik geçirmek için günlük diyetinizde somon, ceviz ve badem gibi besinlere yer verebilir; sabahları bir muz tüketerek B6 vitamini desteği sağlayabilirsiniz. Ayrıca, tam tahıllı gıdalarla kan şekerinizi dengeleyerek ani ruh hali değişimlerini önleyebilirsiniz.

    Beslenmenin Duygusal Bağlantısı ve Öz Bakım
    Düzenli bir yemek planı, anne adayları için yalnızca fiziksel sağlık açısından değil, duygusal bağ kurma ve öz bakım süreci açısından da önemlidir. Örneğin, her öğünde sevdiğiniz bir besini tüketmek ya da sıcak bir çorbayla günü tamamlamak, size hem huzur hem de mutluluk verebilir. Unutmayın, dengeli beslenme sadece bebeğinizin değil, sizin de psikolojik iyi oluşunuzu destekler.

    Lif Tüketimi ve Mental Sağlık
    Özellikle lif açısından zengin gıdaların tüketimi, hamilelik ve doğum sonrası dönemde kadınların ruh sağlığını destekler. Southern Cross Üniversitesi‘nden araştırmacılar, yüksek lif alımının hamile ve doğum sonrası kadınlarda daha iyi mental sağlık sonuçlarıyla ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Lif, bağırsaklardaki yararlı bakterilerin büyümesini teşvik ederek anti-inflamatuar özellikler sağlar ve serotonin üretimini destekler; bu da ruh hali düzenlemesinde kritik bir rol oynar.

    Bu nedenle, meyveler, baklagiller ve tam tahıllar gibi lif açısından zengin gıdalar tüketmek, hem sindirim hem de psikolojik sağlığınızı desteklemek için önemlidir.

  • Anne Yorgunluğu (Mom Burnout) ve Kendine Zaman Ayırmanın Psikolojik Önemi

    Anne Yorgunluğu (Mom Burnout) ve Kendine Zaman Ayırmanın Psikolojik Önemi

    Anne olmak denince şüphesiz en çok fedakârlık kelimesi akıllara geliyor. Fiziksel olarak yorucu olan bu yolculukta şüphesiz psikolojik olarak da etkileniyoruz. Çocuğunuzun ihtiyaçlarına yetişmeye çalışırken, mükemmel anne olma arzusu sizi psikolojik ve fizyolojik olarak tüketebilir. Bu sürece girmeden durmanız gerektiğini fark etmek lazım ama bazen bu tükenmişliği anlamak için yaşamak gerekiyor.

    Tükenmişlik Neden Olur?

    1- Duygusal Yüklenme: Anne olarak her şeye yetişme isteği, çocuk veya çocukların ihtiyaçlarının sadece anne tarafından karşılanması, annenin birden fazla kişiye (örneğin anneanne, dede vb.) bakması, annenin kendi çocukluk travmalarını yansıtması (öfke, fedakârlık, çocuğa yapışma, reddetme gibi).
    2- Destek Eksikliği: Eş veya sosyal çevreden destek görmeme ya da kendinden başkasına güvenmeyip çocuğunu teslim etmeme.
    3- Mükemmeliyetçilik: Her şeyin en iyisini yapmalıyım hissi ile hareket etme.
    4- Kendi İhtiyaçlarını Görmezden Gelme: Annenin kendi sosyal hayatına ve kendine zaman ayırmaması.

    Psikolojik Etkileri Nelerdir?

    Anne olarak yaşadığınız yorgunluk sizi anksiyete, depresyon ve özgüven eksikliğine sürükleyebilir. Özellikle bebekliğinizde ve çocukluğunuzda kendi annenizle yaşadığınız deneyimler tükenmişliğinizi besler. Bazı anneler göremedikleri ilgiyi çocuklarına yapışarak, bazı anneler ise çocuklarını reddederek bu tükenmişliği besler. Burada şunun unutulmaması gerekiyor; anne çocuğunu reddetse dahi bu tükenmişliği yaşayabilir çünkü çocuğun olması bile bu durumu yaşayan anneler için tükenmişliği besler.

    Kendinize Zaman Ayırmanın Önemi

    1- Psikolojik Denge: Mindfulness egzersizleri, duygu günlüğü, sanatsal aktiviteler, evinizde kendinize ait bir köşe yaratıp zaman geçirmek.
    2- Duygusal Yenilenme: Sevdiğiniz bir aktiviteye vakit ayırmak, beyinde mutluluk hormonlarını artırarak daha pozitif hissetmenizi sağlar.
    3- Çocuğunuz için Rol Model Olma: Kendi çocukluğunuzda ihmal edilmiş biriyseniz, bu durumu terapi alarak fark edip çocuğunuzla ilişkinizi inşa edebilirsiniz. Kötü bir çocukluk geçirmiş olmanız sizin de kötü bir anne olacağınız anlamına gelmez.

    Destek Sistemleri ve Çözüm Önerileri

    • Sorumluluk Paylaşımı: Evde yaşayan yetişkinlerle (baba, bakım verenler) eşit sorumluluk almaya özen gösterebilirsiniz. Burada sorumluluk vermekte zorlanıyorsanız, altında yatan duyguyu bulmak gerekir.
    • Zaman Yönetimi: Eşit veya eşite yakın sorumluluk alarak gününüzü organize edebilirsiniz. Böylece günün belli saatinde kendinize dinlenmek için bile olsa zaman ayırabilirsiniz.
    • Profesyonel Destek: Tükenmişlik aşamasındaysanız bir terapistle çalışarak bu durumun nelerden kaynaklandığını bulabilirsiniz. Böylece farkındalığınız da artmış olur.
    • Kendi İsteklerinizi Keşfetmek: Unutmayın, anne olmanın yanında siz de bir insansınız. Anne olmadan önce de bir hayatınız vardı. Nelerden zevk aldığınızı ve bunlara zaman ayırabileceğinizi keşfedin.

    Anne olmak sizde güzel duygular yarattığı gibi, anlamlandıramadığınız negatif duygular da yaratmış olabilir. Herkesin deneyimi başkadır. Anne olmanın sırrı her şeyi mükemmel yapmak değil; kendinize de aynı şefkati gösterebilmektir. Siz kendinize şefkat gösterdikçe çocuğunuz da ileride kendisine şefkat göstermeyi bilecektir.

  • Doğum Sonrası Depresyon ve Annelik Kaygıları ile Başa Çıkma

    Doğum Sonrası Depresyon ve Annelik Kaygıları ile Başa Çıkma

    Doğum sonrası depresyon, yeni annelerin %10-20’sinde görülen ama çoğu zaman fark edilmeyen bir süreç. Ağlama krizleri, kendini kötü hissetme, yataktan çıkmak istememe, iletişimden kaçma… Bir de bu duygulara “Bebeğime bağlanamıyorum, kötü bir anne miyim?” düşüncesi eklenince, işin içinden çıkılmaz bir hal alabilir.

    “Ya Yetemezsem?” Kaygısı

    Doğum sonrası birçok annenin zihninde dönüp duran bir soru bu: “Ya yetemezsem?” İşin kötü yanı, sosyal medya bu kaygıyı daha da körüklüyor. Gördüğümüz “Insta Mom” paylaşımları, bir nevi 21. yüzyılın “zamane teyzeleri.” Anneler, sosyal medyadaki mükemmel karelere baktıkça kendi anneliklerini sorguluyorlar:

    • “Çocuğuma uykusunda klasik müzik dinletmeliyim.”
    • “Kitap okumazsam kelime haznesi gelişmez.”
    • “Şu marka bebek arabası almadan olur mu?”

    Bu tür düşünceler, anne üzerinde “yetersizim” hissi yaratıyor. Ama işin aslı şu: Bebeğinizin ihtiyacı olan şey, şefkatli bir dokunuş, ihtiyaçlarının karşılanması ve güvende olduğunu hissetmek. Hepsi bu kadar!

    Geçmişten Gelen Gölgeler

    Bazen doğum sonrası depresyonun kaynağı, kendi çocukluğumuzda saklıdır. Eğer annenizle sağlıklı bir bağ kuramadıysanız ya da ihtiyaçlarınız yeterince karşılanmadıysa, bilinçdışı bu eksiklikleri tekrar hatırlatabilir. Anne olduğunuzda, kendi annenizle yaşadığınız duygusal deneyimler adeta zihninizin derinliklerinden geri gelir. Depresyonunuzun tetikleyicilerinden biri bu olabilir.

    Kayıp ve Kimlik Çatışması

    Annelik, sadece bir bebeğin dünyaya gelişi değil, aynı zamanda sizin de yeni bir kimlik kazanmanız anlamına gelir. Alışkanlıklarınızı, fikirlerinizi, düşüncelerinizi zor değiştirebilen biriyseniz, annelikle birlikte yeni kimliğinize alışmak haliyle size zor gelebilir. Genelde “eski kimliğinize veda etmek” diye nitelendirenler de olur, ama ben bunu böyle görmüyorum. Bahsedilen “Eski kendine veda et” kavramında, eski siz olduğunuz için bugün anne oldunuz. O deneyimleriniz şu anki sizi yarattı. Aksine, şimdi yeni bir sıfat daha eklendi size: “Anne.” Bu durumda, geçmişle vedalaşma yerine, yeni kimliğinize merhaba demek insanı daha kabul edilebilir kılıyor.

    Doğum Sonrası Depresyonla Nasıl Başa Çıkılır?

    • Destek Sistemleri: Doğum sonrası depresyonla mücadelede bir destek ağı oluşturmak çok önemlidir. Terapistten destek almak, bu süreçte hem sizi hem de bebeğinizi rahatlatacaktır.
    • Geçmişle Barışmak: Terapide, annenin kendi çocukluk deneyimlerini ve bilinçdışı çatışmalarını keşfetmesi, bu sürecin daha sağlıklı bir şekilde atlatılmasına yardımcı olabilir.
    • Kendine Şefkat: Anne olmak, mükemmel olmak değildir. Bebeğinizin ihtiyaçlarını karşılamak, onun mutluluğu için yeterlidir.

    Doğum sonrası depresyon, pek çok kadının yaşadığı ama söylemekten suçluluk duyduğu bir süreçtir. Hissettikleriniz size bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Yardım istemekten çekinmeyin. Her annenin deneyimi farklıdır; sizin yolculuğunuz da sadece bebeğinize ve size özeldir.

  • Doğum Sonrası Destek Sistemleri: Yardım İstemekten Çekinmemek

    Doğum Sonrası Destek Sistemleri: Yardım İstemekten Çekinmemek

    Doğum sonrası dönem… Hem fizyolojik hem de duygusal olarak pek çok değişimin yaşandığı bir süreç. Bu dönemde duygusal dalgalanmalar yaşamak son derece normal, bunu kabul etmek ve gerektiğinde destek almak hem sizin hem de bebeğinizin sağlığı için çok önemli.

    Neden Yardım İstemeliyiz?

    Doğum sonrası dönem her anneyi aynı şekilde etkilemez. Kimi anne bu süreci daha kolay atlatırken, kimi anne için işler biraz daha karmaşık hale gelebilir. Örneğin, bazen bir anne bebeğine aşırı bağlanırken, bir diğeri bebeğini reddetme eğilimi gösterebilir. Hatta bazı anneler, bebeğin ihtiyaçları arasında sıkışıp kendi temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelebilir. Duş almak ya da bir bardak su içmek bile zor bir görev gibi görünebilir.

    Bu süreçte şunu unutmamalıyız: Doğumla birlikte hayatınıza yeni bir insan giriyor. Bu, aynı zamanda sizin de yeni bir kimliğe büründüğünüz anlamına geliyor: Artık bir “annesiniz.” Bu, yepyeni deneyimler, sorumluluklar, mutluluklar ve elbette kaygılar demek. Daha önce annelik deneyimi yaşamış olsanız bile her bebek ve her süreç farklıdır. Ne siz önceki doğumunuzdaki annesiniz, ne de bebeğiniz o zamanki bebeğiniz.

    Sağlıklı Bir Süreç Nasıl Olur?

    Pek çok anne yardım istemeyi bir eksiklik olarak görür. “İyi bir anne her şeyin üstesinden gelir” gibi yanlış bir algı, kendinizi yetersiz hissetmenize sebep olabilir. Ancak bu doğru değil. Bebeğinizin beslenmesi, uyuması, ağlaması gibi günlük ihtiyaçlar sizi bunaltabilir. İşte tam da bu noktada destek almanın ne kadar önemli olduğunu hatırlamak gerekiyor.

    Eşinizin desteği, aile üyelerinizin yardımları, hatta bir bakıcıyla çalışmak gibi çözümler hem sizin yükünüzü hafifletebilir hem de bebeğinizle sağlıklı bir bağ kurmanıza olanak tanır.

    Profesyonel Destek Almak

    Bazı anneler için doğum sonrası süreçte eş veya aile desteği de yeterli olmayabilir. Bu durumda, bir uzmandan destek almak gerekebilir. Psikolojik destek almak, yalnızca sizin duygusal iyiliğinizi sağlamakla kalmaz, aynı zamanda bebeğinizle bağınızı da güçlendirir.

    Bu destek her zaman psikolojik olmak zorunda değil. Örneğin, süt problemi yaşıyorsanız bir emzirme danışmanına ya da bebek hemşiresine danışabilirsiniz. Diyetisyen desteği de fiziksel ihtiyaçlarınızı anlamada fayda sağlayabilir.

    Unutmayın, yardım istemekten çekinmek, sizi daha karmaşık duygusal durumlarla karşı karşıya bırakabilir. Bir annenin mutluluğu, bebeğinin mutluluğuyla doğrudan bağlantılıdır. Siz iyi hissederseniz, bebeğiniz de iyi hisseder.