Kategori: Uzman Görüşleri

  • Çocuğun Cinsel Gelişimi İle İlgili Sorular

    Çocuğun Cinsel Gelişimi İle İlgili Sorular

    Soru: Çocukların anne-babaları ile aynı odada yatmaları doğru mudur?”

    Cevap: Yatak odanız size aittir. Üstelik çocukların yaşları ne kadar küçük olurlarsa olsunlar, cinsel ilişki sırasında duyacaklarından ve göreceklerinden etkileneceklerdir. Çocuğun kendine olan güven duygusunun gelişebilmesi için erken yaşlarda kendi odasında tek başına yatabilmeyi başarması gerekir. Aynı zamanda evliliğin kurallarını ve anne baba rollerini de öğrendiğinden anne babaların özel bir odası olması gerektiğini öğrenmelidir. Çocuğunuzu her açıdan korumak için aynı odada yatmamalısınız.

    Soru:  Çocuğumla birlikte banyoya girmem sakınca yaratır mı?

    Cevap: Genellikle 3 yaşa kadar çocuklar anne babanın çıplaklığını çok fazla önemsemeyebilir. 4-5 yaşından itibaren bunun farkına varacaktır. Bu yaşlarda anne babanın örtünmesinde yarar vardır. Yetişkin vücudu ile kendi vücut ölçülerini karşılaştıran çocuğun kafasında yanıtlanması zor sorular oluşabilir. Anne babanın mahremiyeti kadar çocuğun mahremiyetine de saygı duyulmalı ve bu mahremiyete uygun davranılmalıdır. Çocukla konuşurken, vücudumuzdaki özel organları başkalarına göstermenin uygun olmadığı vurgulanmalıdır.

    Soru: “Çocuğuma cinsellikle ilgili bilgi vermekle onun merakını  erkenden uyandırmış olur muyum?”

    Cevap: Hayır. Aksine size sorduğu sorulara açık, kısa, doğru ve doğal bir biçimde verdiğiniz  bilgiler çocuğun anne-babasına olan güvenini pekiştirir ve tatmin edicidir. Başkalarına soru sormak durumunda kalmaz.

    Soru: Medya, çocuklarımız üzerinde çok etkili. Televizyon ve internette kontrol edilemez boyutta cinsellik ve şiddet içeren yayınlar var. Çocuğumu bunlardan nasıl koruyabilirim?

    Cevap: Çocuğun büyüme esnasında teknolojiden uzak tutulması çağımız şartlarında imkansız görünüyorMaalesef ki çocukların dikkate alındığı ve korunmaya çalışıldığı  bir programcılık anlayışının olduğu da söylenemez. Ancak, televizyon izleme konusunda Türk ailesinin bilinçli olmadığı da bir gerçektir. Çoğu ailenin tek eğlence aracının televizyon olması beraberinde bazı tehlikeleri de getirmektedir. Sabahtan akşama kadar açık bir televizyonda elbette çocuk için zararlı sahneler görme olasılığı da fazladır. Bu nedenle çocuklarla daha kaliteli vakit geçirilmeli, televizyon yerine oyunlar oynanmalıdır.

    Soru: Çocuğumu İnternetteki sex sitelerinden nasıl uzak tutabilirim ?

    Cevap: Eğer evde bilgisayar ve internet var ise, mutlaka çocuklar için Filtre olmalı, her istediği siteye girişi mümkün olmamalıdır.  Bilgisayar kullanımı mutlaka ailenin ortak kullanım alanı olan , salon, hol , oturma odası gibi yerde olmalı ve çocuğun girdiği siteleri anne babanın görmesi mümkün olmalıdır.

    Kaynak : Dr. Obengül Ejder

  • “Turkish Delight” Makyaj Akımı

    “Turkish Delight” Makyaj Akımı

    Son dönemde sosyal medyada hızla yayılan “Turkish Delight” makyajı, adını Türk mutfağının geleneksel tatlısı olan lokumdan alarak, nostaljik ve sofistike bir görünüm yaratmayı amaçlar. Bu makyaj stili, Türk mutfağının zarif ve tatlı dokusunu yansıtarak, makyaj dünyasında taze bir soluk getirir. Ancak bu trendin ardında sadece tatlı bir isim değil, aynı zamanda 1960’lar ve 70’lerin ünlü Türk sinema yıldızlarından Türkan Şoray’ın klasik makyaj stilinin de etkisi bulunur. Peki, “Turkish Delight” makyajı nasıl bir tarz sunar ve nasıl uygulanır?

    1960’lar ve 70’lerden İlham: Türkan Şoray ve Nostalji

    Türkan Şoray, dönemin en tanınan ve beğenilen sinema yıldızlarındandır. Onun makyajı, klasik ve zarif çizgilerle şekillenen bir güzellik anlayışını yansıtır. 1960’lar ve 70’lerin makyaj trendlerinde, sade ama etkili bir stil bulunur. Bu dönemin makyajı, gözlerde yoğun ama yumuşak bir makyajla dikkat çekerken, dudaklarda ise doğal pembe ve kırmızı tonları öne çıkar. “Turkish Delight” makyajı, bu dönemin stilini modernize ederek yeniden gündeme getirir.

    1. Doğal ve Işıltılı Cilt

    Bu makyaj stilinin en önemli özelliklerinden biri, cildin doğal ışıltısını vurgulamaktır. “Türk lokumu” gibi parlak ve yumuşak bir etki yaratmak için cilt, mat değil, canlı ve ışıl ışıl olmalıdır. Klasik fondötenlerin aksine, bu trendde daha hafif, nemlendirici ve ışıltılı ürünler tercih edilir. Cilt tonuna yakın şeffaf fondötenler ve nemlendiricilerle pürüzsüz bir baz oluşturulur. Burun kemiği, elmacık kemikleri ve kaş altı gibi bölgeler aydınlatıcı ile vurgulanarak doğal bir parlaklık sağlanır.

    2. Yumuşak Göz Makyajı: Gözlerde Zarif Etki

    Göz makyajında soft ve romantik bir yaklaşım benimsenir. “Turkish Delight” makyajı, gözlerde yoğun ama yumuşak bir görünüm yaratmayı hedefler. Kullanılan farlar, hafif ışıltılı ve pastel tonlarında olmalıdır. Pembe, şampanya ve altın renkleri, gözlerde hafif bir parıltı sağlar. Göz kapakları, ışıltılı ve doğal renklerle aydınlatılır.

    Türkan Şoray’ın dönemindeki makyajlarda belirgin ama doğal bir eyeliner kullanımı yaygındı. Bu trendde de eyeliner, göz hatlarını belirginleştirir ancak kalın ve keskin çizgiler yerine daha yumuşak ve ince hatlar tercih edilir. Kirpikler ise abartıya kaçmadan, doğal bir şekilde hacimlendirilir.

    3. Doğal Dudaklar ve Zarif Tonlar

    Dudak makyajında “Turkish Delight” stilinin en belirgin özelliği, yumuşak ve doğal tonların ön planda olmasıdır. Dudaklarda genellikle doğal pembe, nude ve şeftali tonları tercih edilir. Yoğun mat rujlardan kaçınılarak, hafif ışıltılı ve nemlendirici rujlar kullanılır. Bu, dudaklara canlılık verirken aynı zamanda doğallığı da korur.

    4. Kaşlar: Doğal ve Belirgin

    Kaşlar, bu makyaj stilinde doğal bir şekilde şekillendirilir. Türkan Şoray’ın kaşları, dönemin klasik stiline uygun olarak doğal hatlarıyla öne çıkar ve “Turkish Delight” makyajı da bu anlayışı modernize ederek yeniden gündeme getirir. Kaşlar çok kalın veya aşırı ince olmamalıdır; doğal şekilleriyle belirginleştirilir ve kaş maskarasıyla düzenlenir.

    5. Nostaljik Bir Hava: Sofistike ve Zarif

    “Turkish Delight” makyajı, nostaljik bir hava yaratırken aynı zamanda sofistike ve zarif bir görünüm sunar. 1960’lar ve 70’lerin Türk sinemasının ikonlaşmış makyaj tarzını yansıtan bu stil, şıklığı ve zarafeti bir arada sunar. Geçmişin etkileyici güzellik anlayışını, modern makyaj ürünleriyle birleştirerek, hem nostaljik hem de çağdaş bir görünüm elde edilir.

  • Sosyal Medya İlişkinizin Katili Olmasın

    Sosyal Medya İlişkinizin Katili Olmasın

    Kimi meraktan, kimi yalnızlıktan, kimi rutin hayatına heyecan aradığından,  kimisi ise kendisini veya karşısındakini cezalandırmak istediğinden sosyal paylaşım sitelerinde özel ilişkilere yelken açıyor.

    Başlangıçta bir oyun gibi, son derece zararsız gördükleri bu paylaşımları, daha sonra baş etmekte güçlük çekebilecekleri sonuçları doğurabiliyor.

    Sağlıklı ve mutlu bir evliliğiniz veya ilişkiniz var ise sosyal paylaşım sitelerinde başınıza gelebilecek ilişki kazalarını yaşamak istemiyorsanız bunlara dikkat etmelisiniz:

    1- Sosyal paylaşım sitelerinde kullandığınız bilgilerinizin herkes tarafından görülmesini engelleyin. Özellikle de kimlik bilgilerinizi paylaşmayın.

    2- Tanımadığınız kişilerden gelen arkadaşlık isteklerini kabul etmeyin , size ulaşabilen ve  rahatsızlık veren birileri var ise erişimini engelleyin

    3- Son zamanlarda kişilerin paylaştıkları özel resimlerinin cinsel içerikli siteler tarafından fotoshop tekniği ile kullanılıp şantaj yapılması vakaları giderek artıyor. Bu nedenle özel resimlerinizi paylaşmayın.

    4-  sosyal paylaşım sitelerinde aynı isimde bir çok kişi olduğundan kredi kartı veya banka hesap bilgilerinizi arkadaşlarınızla dahi paylaşmayın.

    5- Eşinizle eski arkadaşlarınız yüzünden tartışmak istemiyorsanız ,  önceden konuşarak her iki tarafın eski kız ya da erkek arkadaşlarının sosyal ağda paylaşım içinde olup olmayacağını birlikte kararlaştırın.

    6- Sağlıklı olanı eşinize güven duymak, onu takip etmemek. Ancak eşinizle güven konusunda sık sık problem yaşamamak için , sosyal ağlarda kullandığınız hesap şifrelerinizi birbirinizden saklamayın.

    7-  İnternette veya facebookta zaman geçirmek istediğinizde bunu eşinizden gizli yerlerde ve zamanlarda yapmayın

    8-  Birbirinize ayırmanız gereken ortak zaman dilimlerinizde telefondan, bilgisayardan uzak durun . Hatta tatillerinize bilgisayar götürmeyin, telefonlarınızı mümkünse kapatın, değilse sessize alın

    9- Eş, anne- baba, arkadaş , evlat, ya da iş adamı – iş kadını kimliklerinizin getirdiği görev , sorumlulukları ihmal edecek düzeyde sosyal paylaşım sitelerinde zaman geçirmeyin, bağımlısı olmayın

    10- Eşinizin sosyal paylaşım siteleri üzerinden başka biri ile yazıştığını ya da görüştüğünü fark ederseniz, sorunu görmezlikten gelmeyin, mutlaka oturup konuşun, durumu anlamaya çalışın. Eşinizi bu davranışa iten sebepler nelerdir, ilişkinizde yaşadığınız aksaklıklar nelerdir, hangi problemlerinizi çözmek yerine yok sayıp, üzerini örtüyorsunuz ? Bu soruların cevabını arayın ve mutlaka ortak çözüm yolları geliştirin

    KAYNAK : Dr. Obengül Ejder

  • Yüzü Şekillendiren Makyaj Sanatı: Kontürleme

    Yüzü Şekillendiren Makyaj Sanatı: Kontürleme

    Makyaj, kişinin yüz hatlarını belirginleştirerek güzellik katar. Kontür, yüz hatlarını belirginleştirmek, ince göstermek ve simetri sağlamak için kullanılan bir tekniktir. Koyu ve açık tonlar kullanılarak doğal ışık ve gölge efektleri yaratılır, böylece yüz hatları belirginleşir.

    Kontürün Temel Prensibi: Kontür yaparken koyu tonlar kullanarak gölge oluşturulur ve aydınlatıcı ürünlerle yüksek noktalar vurgulanır. Koyu renkler çene hattı, elmacık kemikleri altı ve burun kenarlarına uygulanırken; aydınlatıcı alnın orta kısmı, elmacık kemiklerinin üstü ve burun sırtına sürülür.

    Hangi Ürün Kullanılmalı? Kontür ürünleri krem, toz veya stik formda olabilir:

    • Krem kontür: Daha doğal ve yumuşak bir sonuç verir.
    • Toz kontür: Daha belirgin hatlar oluşturur ve kalıcılığı yüksektir.
    • Aydınlatıcı: Genellikle sıvı veya toz formda tercih edilir.

    Kontür Uygulama Teknikleri:

    1. Çene Hattı: Yüzün alt kısmına koyu tonlar uygulanarak çene hattı belirginleştirilir.
    2. Elmacık Kemikleri: Elmacık kemiklerinin altına koyu renk kontür uygulanır.
    3. Alın: Alnın üst kısmına koyu tonlar eklenir.
    4. Burun: Burun kenarlarına koyu tonlar, burun sırtına ise aydınlatıcı uygulanır.
    5. Aydınlatıcı Uygulama: Aydınlatıcı, göz altı, burun sırtı, kaş altı ve elmacık kemiklerinin üst kısmına sürülür.

    Yüz Tipine Göre Kontür: Kontür, yüz tipine göre değişir:

    • Yuvarlak yüz: Çene hattı vurgulanarak daha belirgin bir çene elde edilir.
    • Uzun yüz: Alın kısmına kontür uygulanarak denge sağlanır.
    • Kalp şekli yüz: Çene altına kontür yapılır.

    Sonuç: Kontür, yüz hatlarını belirginleştirerek doğal güzelliği öne çıkarır. Doğru ürünler ve tekniklerle yüz hatlarınızı vurgulayıp daha simetrik ve canlı bir görünüm elde edebilirsiniz.

  • Doğurganlığı Etkileyen Psikolojik ve Duygusal Faktörler

    Doğurganlığı Etkileyen Psikolojik ve Duygusal Faktörler

    Doğurganlık, yalnızca biyolojik sebeplerin dışında psikolojik bir süreçten de geçer. Günümüzde birçok kadın, biyolojik hiçbir problemi olmamasına rağmen hamile kalamıyor. Duygusal iniş çıkışlar ve stres seviyesindeki artış, hamile kalamamanın psikolojik sebeplerinden biri olabiliyor.

    1. Stres ve Anksiyete: Sessiz Bir Düşman

    Stres ve anksiyetenin, yapılan araştırmalar sonucu yumurtlama döngüsünü etkilediği artık biliniyor. Klinik bir araştırmada Stanford Üniversitesi, yüksek düzeyde stres yaşayan kadınların yumurtlama düzensizlikleri ve hamile kalma oranlarında düşüş yaşadığını ortaya koydu. Sizi en çok rahatlatan nefes tekniklerinden birisini seçip uygulayabilirsiniz. Tabii ki birkaç nefes egzersizi yapıp hemen hamile kalmak bazen zor olabilir. Burada önemli olan, “Stres seviyeniz hamile kalma isteğinizden önce de yüksek miydi?” diye düşünmenizi istiyorum çünkü genel olarak stresli bir hayata sahipseniz önce bu alanları yönetmeyi öğrenmekten başlamak gerekebilir.

    1. Depresyonun Doğurganlık Üzerindeki Etkisi

    Depresyon, hormonal dengenin bozulmasına neden olarak doğurganlık üzerinde negatif bir etkiye sebep olabilir. Motivasyonunuzu düşürerek tedavilerden uzaklaşmanıza ve alışkanlıklarınızda değişim yaşamanıza sebep olabilir. Bu durum, anne olmayı ertelemeye veya tamamen vazgeçmenize neden olabilir. Burada öncelikle hamile kalma sürecinizi rafa kaldırıp depresyonunuz üzerinde durmak gerekiyor. Hamile kalamamaktan kaynaklı bir depresyon yaşasanız bile bu durumu bir süre rafa kaldırmakla süreci başlatmalısınız. Çünkü beynimiz her olayda negatifi de düşünmeye daha meyilli oluyor. Depresyondayken pozitif bir hal almak oldukça zordur.

    1. Umutsuzluk Döngüsünden Çıkmak: Destek Almanın Önemi

    Destek alan birçok çift, sadece doğurganlık problemini çözmekle kalmayıp farkındalıklarını da yükselterek daha iyi anne baba olmaya hazırlanıyor. Böylece hem isteklerine kavuşuyorlar hem de hamilelikten önceki hayatta yaşadıkları psikolojik süreçleri anlamlandırıyorlar. Günün sonunda psikolojik sağlamlıkları daha yüksek birer ebeveyn oluyorlar.

    Kendinize İyi Bakın: Psikodinamik Açıdan Zihinsel Sağlığınızı Koruyun

    Psikodinamik bakış açısına göre, geçmiş yaşantılar ve bilinçdışı duygular, doğurganlık sürecinde büyük bir rol oynar. Özellikle çocukluk döneminde yaşanan duygusal deneyimler, ebeveynlik konusundaki bilinçdışı korkular veya beklentiler doğurganlık sürecine yansıyabilir. Örneğin, çocukken ebeveynlerle kurulan ilişkinin güvenli ya da güvensiz olması, bu süreçte ortaya çıkan stres ve kaygının şiddetini artırabilir. Bunu anlamanız için “Asla öyle bir anne baba olmayacağım.”, “Her zaman çocuğuma güler yüzlü olacağım.” gibi sözler söylüyorsanız bilinçdışınızda bunları yapamamanın korkusunu da yaşıyor olabilirsiniz. Bir danışanın vajinismus problemi, aslında hamile kalmaktan korktuğu için yaşadığı ortaya çıktı. Korkusunun sebebi ise kötü bir çocukluk geçirmesi ve anne olduğunda çocuğuna yaşadıklarını yaşatmamak istemesiydi. Bilinçdışı, çocuğuna kendi çocukluğunu yaşatmaktan öyle korktu ki vajinismus problemini de ortaya çıkardı.

    Burada profesyonel bir destek almak sorunu çözecektir. Unutmayın, ruhsal farkındalık ve içsel iyileşme, bedeninize de olumlu sinyaller gönderebilir ve anne olma yolculuğunuzda önemli bir destek sağlayabilir.

  • Anne Sütü Bebeğin Gelişimini Nasıl Şekillendiriyor? Bilim Ne Diyor?

    Anne Sütü Bebeğin Gelişimini Nasıl Şekillendiriyor? Bilim Ne Diyor?

    Anne sütü, bebeğinizin sağlığı için yapabileceğiniz en önemli yatırımlardan biri. Emzirme yalnızca beslenme ve bağışıklık sistemi için değil, aynı zamanda bilişsel gelişim, obezite ve tip-2 diyabet riski üzerinde de uzun vadeli etkiler yaratıyor.

    Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yayımlanan 14 farklı çalışmanın incelendiği kapsamlı bir meta-analiz, emzirmenin çocukların bilişsel gelişimi, metabolik sağlığı ve genel iyi oluşu üzerindeki etkilerini ortaya koydu. Sonuçlar oldukça cesaret verici!

    Emzirme Bebeğinizin Zekasını Nasıl Etkiliyor?

    Bu analizde, emzirilen bebeklerin zeka testi (IQ) puanlarının ortalama 3.45 puan daha yüksek olduğu bulundu. Başka bir deyişle, emzirme bebeğinizin öğrenme ve problem çözme yeteneklerini geliştirmesine katkıda bulunabilir.

    • Anne sütü ile beslenen çocuklar, beslenmeyenlere göre 1-9 yaş aralığında ortalama 4.74 puan daha yüksek zeka testi skoruna sahipti.
    • 10-19 yaş aralığında ise bu fark 2.50 puana düştü. Yani, emzirmenin bilişsel gelişime etkisi erken yaşlarda daha belirgin!

    Daha uzun süre emzirilen bebeklerde bu fark 3.52 puana kadar çıkıyor. Yani, emzirme süresi ne kadar uzunsa, bebeğin beyin gelişimi üzerinde etkisi de o kadar güçlü!

    Bu sonuçlar, emzirmenin yalnızca fiziksel sağlık açısından değil, aynı zamanda bebeğin gelecekteki akademik başarısı ve zihinsel kapasitesi için de önemli olduğunu ortaya koyuyor.

    Emzirme ve Metabolik Sağlık: Diyabet ve Obeziteye Karşı Koruma

    Emzirme yalnızca bebeğin zihinsel gelişimini değil, uzun vadeli metabolik sağlığını da destekleyebilir. Meta-analiz sonuçları, emzirmenin tip-2 diyabet ve aşırı kilo/obezite risklerini azaltabileceğini gösterdi.

    Tip-2 Diyabet:

    • Emzirmenin, tip-2 diyabet riskini %34 oranında azalttığı bulundu (OR: 0.66, 95% GA: 0.49-0.89).

    • Ancak, bu konuda yapılan yüksek kaliteli çalışmalar çelişkili sonuçlar verdiği için, daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.

    Aşırı Kilo ve Obezite:

    Tüm çalışmalara göre, emzirmenin aşırı kilo ve obezite riskini %24 oranında azalttığı görüldü

    Yalnızca yüksek kaliteli çalışmalarda, bu oran %12’ye düşmüştür.

    Bu nedenle, emzirmenin aşırı kilo/obeziteye karşı koruyucu etkisi olsa da, tam olarak neden-sonuç ilişkisini belirlemek için daha fazla araştırma gerekmektedir.

    Bu meta-analiz, emzirmenin uzun vadeli sağlık ve bilişsel gelişim üzerindeki etkilerini incelerken 14 farklı çalışmayı bir araya getirdi. İstatistiksel analizler, emzirmenin IQ üzerindeki etkisinin tesadüfi olmadığını, güçlü bilimsel kanıtlarla desteklendiğini gösterdi.

    Peki, fark küçük mü? 3-4 puanlık bir fark küçük gibi görünebilir, ancak bu fark büyük ölçekli çalışmalarda bile anlamlıdır ve çocuğun öğrenme sürecini olumlu yönde etkileyebilir.

    Anne sütü bebeğinizin gelişimi için büyük bir avantaj sağlasa da, IQ yalnızca emzirmeye bağlı değildir. Sevgi dolu bir ortam, sağlıklı beslenme, etkileşimli oyunlar ve öğrenme fırsatları da bebeğinizin zihinsel gelişimini destekler.

    Hem bağışıklık sistemini güçlendirmek, hem de bilişsel gelişimini desteklemek için bebeğinizle mümkün olduğunca emzirme yolculuğunuzu sürdürebilirsiniz.

    Şunu da lütfen unutmayın ki her anne ve bebek farklıdır, ancak sevgiyle beslenen her çocuk en iyi başlangıcı yapmış demektir. 

    Kaynakça

    Horta, B. L., & Victora, C. G. (2013). Long-term effects of breastfeeding: A systematic review. World Health Organization. 

  • Cinsel İsteksizlik

    Cinsel İsteksizlik

    Cinsel isteksizlik nedir?

    Azalmış cinsel istek, yeterli cinsel uyarı olmasına rağmen cinsel fantezilerin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması veya hiç olmaması, cinsel arzu duyulmaması durumudur. Halk arasında “frijidite” ya da “cinsel soğukluk” olarak da adlandırılmaktadır.

    Sebepleri nelerdir?

    Fiziksel Faktörler:

    •  Yaşlanma ve menopoz,
    •  kullanılan bazı ilaçlar,
    •  böbrek, karaciğer ve kalp yetmezliği, tiroid hastalıkları, şeker hastalığı ve yüksek tansiyon gibi kronik hastalıklar,
    •  multipl skleroz, Parkinson gibi nörolojik problemler,
    •  ameliyatla rahmin alınması, hormonal dengesizlikler,
    •  doğumdan sonraki lohusalık ve emzirme dönemleri,
    •  cinsel organlarının yapı ve fonksiyonlarının bilinmemesi,
    •  Vajen ve rahim ağzı enfeksiyonları,

    Psikolojik Faktörler:

    •  Vajinismus,
    •  aşırı stres, eşler arasındaki geçimsizlikler ve çatışmalar,
    •  evlilikle ilgili problemler,
    •  beden şekli ile ilgili kaygılar, bıkkınlık,
    •  cinsel travmalar, tecavüz,
    •  ailede birinin ölümü, çocuk doğumu, taşınma gibi önemli yaşam olayları,
    •  ilişkiye gerekli özenin gösterilmemesi,
    •  cinsel ilişki ile bazı olumsuz anıların yerleşmesi,
    •  cinsel ilişkide bulunmanın bir suç veya günah olarak algılanması
    •  anksiyete ve depresyondur.

    Nasıl tedavi edilir?

    Tedavi, neden olan faktörün ortaya konmasından sonra mümkündür. Tedavinin amacı eşler arasında bir uyum oluşturulması ve aralarındaki bozulan iletişimin yeniden düzenlenmesidir. Tedaviye “çift” olarak hastalar kabul edilmelidir. Herhangi bir organik hastalık saptanamamışsa isteksizliğin nedeni psikolojiktir. Bu durumda çiftlerin birlikte psikiyatrik yardım alması gerekmektedir:

    • Cinsel Terapi
    • Aile Terapisi,
    • Bedensel egzersizler,
    • Cinsel egzersizler,
    • Cinsel hayatta kısa ayrılıklardan sonra bir araya gelme, eğitim amaçlı erotik videolar seyretme, kıyafet değişikliği, tavırlardaki bir değişiklik, mekan değişikliği gibi küçük değişiklikler ve fanteziler yapılması vb. cinsel yaşama yeniliklerin kazandırılması,

    İlaç tedavisi: Testosteron hormonu, viagra, antidepresan ilaçlar, feromonlar ve Opti-S´xtiva yani kadınlar için yulaftan yapılma viagra   benzeri bitkisel afrodizyaklar.

    Uzmanımızın “Gebelik Döneminde Cinsel Yaşam” canlı yayını için tıklayın !

    KAYNAK: Dr. Obengül Ejder

  • Doğum Sonrası İlk Haftalarda Bebeğinizle Temas

    Doğum Sonrası İlk Haftalarda Bebeğinizle Temas

    Anne olmak harika bir deneyimdir, ancak doğum sonrası her şeyin mükemmel gitmesini beklemek bazen gerçekçi olmayabilir. Hamilelikte ya da doğum sonrası dönemde depresyon yaşayan anneler için en büyük endişelerden biri, bu ruh halinin bebekleri nasıl etkileyebileceğidir. Ancak yeni bir araştırma, annelerin bebeklerine dokunarak, okşayarak ve sevgiyle temas kurarak bu etkileri azaltabileceğini ortaya koyuyor!

    Bilim insanları, annelerin hamilelikte ve doğum sonrası dönemde yaşadığı depresyonun, bebeklerin genetik yapısı üzerinde nasıl değişikliklere yol açabileceğini araştırdı. 2014 yılında yapılan çalışma, özellikle NR3C1 adı verilen stresle ilişkili bir genin metilasyon seviyelerini inceledi. Gebelik sırasında düşük depresyon seviyesi olan ancak doğum sonrası yüksek depresyon yaşayan annelerin bebeklerinde, bu genin metilasyon seviyelerinin belirgin şekilde arttığı bulundu. Bu değişikliklerin, bebeğin stres tepkisini ve duygusal gelişimini etkileyebileceği öne sürüldü.

    Ancak umut verici bir bulgu daha var: Annenin bebeğine fiziksel temas göstermesi, yani onu okşaması ve sevgiyle dokunması, bu olumsuz etkileri tersine çevirebilir! Çalışma, özellikle bebeğin 5. haftasında yapılan fiziksel temasın metilasyon seviyelerini önemli ölçüde azalttığını gösterdi. Bebekler ne kadar çok sevgi dolu dokunuşa maruz kalırsa, genetik düzeyde stresle ilgili olumsuz etkiler o kadar az görülüyor.

    Öte yandan, 9. haftada yapılan dokunmanın aynı etkiye sahip olmadığı görüldü. Bu da, erken dönemin kritik bir pencere olduğunu ve ilk haftalarda bebeğe fiziksel temasın büyük bir fark yaratabileceğini gösteriyor. Yani bebeğinize doğumdan itibaren bol bol sarılmak, ten teması kurmak ve onu okşamak, onun biyolojik stres tepkisini düzenlemeye yardımcı olabilir.

    Bu araştırma, annelerin doğum sonrası depresyon yaşayabileceğini ancak bebeklerine fiziksel temas göstererek bu etkileri en aza indirebileceklerini gösteriyor. Eğer kendinizi yorgun, üzgün veya endişeli hissediyorsanız, bunun bebeğiniz üzerinde uzun vadeli etkileri olup olmadığını düşünerek kendinizi suçlamayın. Bebeğinize sevgiyle dokunarak, ona sarılarak ve sıcak bir bağ kurarak, gelişimi üzerinde olumlu bir etki yaratabilirsiniz.

    Unutmayın, sevgi dolu bir dokunuş, bilimsel olarak kanıtlanmış bir iyileştirici güce sahiptir!

    Kaynakça

    Sharp, H., Pickles, A., Meaney, M., Marshall, K., Tibu, F., & Hill, J. (2014). Interaction between maternal prenatal depression and postnatal depression and its effect on infant NR3C1 gene methylation. Translational Psychiatry, 4, e448. https://doi.org/10.1038/tp.2014.140

  • Anne Olduktan Sonra Değişim: Kendini Yeniden Keşfetmek

    Anne Olduktan Sonra Değişim: Kendini Yeniden Keşfetmek

    Anne olmak, kimisi için beklenmedik, kimisi için istenilmeyen, kimisi içinse yıllarca çok istenen bir kimliktir. Bu kimlikle birlikte büyük bir dönüşüm de kapıyı çalıyor. Dönüşüm dersek, açıkçası herkes kendi farkındalığı kadar dönüşüyor. Bu yolda belki de hiç fark etmediğiniz özelliklerinizi keşfettiniz, hiç tatmadığınız duyguları tattınız. İçimizde aslında her duygu var; sadece yaşadığımız olaylar bunları ortaya çıkarıp şiddetini belirliyor. İşte, anne olduktan sonra gelen değişim de bu olaylara dahil…

    Annelikle Birlikte Gelen Değişimler

    1- Kimlik Değişimi ve Kendi Benliğini Yeniden Tanımlama: Anne olduktan sonra “Ben artık kimim?” sorusuyla yüzleşebilirsiniz. Öncelikler değişir, sosyal roller farklılaşır ve bazen eski benlik algısı kaybolur. Burada psikolojik sağlığınız için unutmamanız gereken nokta, anneliğin sizin tek kimliğiniz olmadığıdır.

    2- Duygusal Dalgalanmalar ve Psikolojik Sağlamlık: Hormonların değişimiyle birlikte doğum sonrası depresyon, anksiyete veya aşırı duygusallık sıkça görülebilir. Bir gün mutluyken, diğer gün yorgunluktan hayatı sorgulamaya başlayabilirsiniz. Şunu unutmayın: Bu süreç geçicidir ve yaşadığınız bu duygusal dalgalanmalar çok normaldir.

    3- Sosyal Çevrede Değişimler: Anne olduktan sonra çevreniz değişebilir. Eskiden görüştüğünüz, çocuğu olmayan arkadaşlarınızla eskisi kadar görüşemeyebilirsiniz. Önceden rahatça yapılan planlar yerini, çocuğun bakımına göre şekillenen programlara bırakabilir. Bazı arkadaşlıklar zayıflarken, benzer süreçlerden geçen annelerle daha güçlü bağlar kurulabilir.

    4- Beden Algısı ve Öz Şefkat: Hamilelik ve doğum, beden üzerinde kalıcı değişimler bırakabilir. Pek çok anne, eskisi gibi görünmemekten rahatsız olabilir ve kendini yetersiz hissedebilir. Ancak bedenin, doğum gibi mucizevi bir süreci gerçekleştirdiğini hatırlamak ve bu değişimi kabullenmek gerekir. Örneğin, problem kilo alımıysa, zamanla bir uzmandan destek alarak istediğiniz forma kavuşabilirsiniz.

    Bilim Ne Diyor?

    Stanford Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, annelik beyin yapısında belirgin değişiklikler yaratıyor. Araştırmada, yeni annelerin beyin taramaları incelendiğinde özellikle duygusal düzenleme, empati ve karar alma süreçlerinden sorumlu olan bölgelerde yoğun bir aktivite artışı gözlemlenmiş. Çalışma, anneliğin sadece psikolojik bir süreç değil, aynı zamanda beynin yeniden yapılanmasını sağlayan biyolojik bir dönüşüm olduğunu gösteriyor. Aynı araştırmada, annelerin doğumdan sonra stres seviyelerinde dalgalanmalar yaşadığı ancak zamanla psikolojik dayanıklılıklarının arttığı da vurgulanıyor. Bu bulgu, anneliğin getirdiği değişimlere uyum sağlamak için sabırlı ve kendine karşı şefkatli olmanın önemini ortaya koyuyor.

    Anne Olduktan Sonra Kendini Kaybetmemek İçin Öneriler

    • Kendinizi annelikle sınırlamayın.
    • Destek almaktan çekinmeyin.
    • Küçük mola anları yaratın.
    • Duygularınızı bastırmak yerine onlarla yüzleşin.

  • Her Yeni Motor Beceride Risk Algısı Yeniden mi Öğrenilir? Düşmenin Buradaki Rolü Nedir?

    Her Yeni Motor Beceride Risk Algısı Yeniden mi Öğrenilir? Düşmenin Buradaki Rolü Nedir?

    Her Yeni Motor Beceride Risk Algısı Yeniden mi Öğrenilir?

    Önceki araştırmalar (Campos et al., 1978, 1992), bebeklerin yükseklik korkusunun emekleme deneyimiyle geliştiğini göstermişti. Adolph ve ekibi (1993; 2000; 2013), bebeklerin bu öğrendiklerini yürüme gibi yeni hareket türlerine aktarıp aktaramadığını araştırdı.

    Yürümeye Geçişte Geliştirilen Risk Algısı Değişir mi?

    8-12 aylık emeklemede deneyimli bebekler, tehlikeli eğimleri fark edip durabiliyordu.

    Ancak aynı bebekler 12-14 ayda yeni yeni yürümeye başladıklarında düşme risklerini fark edemeyip tehlikeli yerlere adım atıyorlardı. Öğrendikleri motor becerileri yürüme aşamasına geçerken unutmuş gibiydiler.

    Bebekler, her yeni hareket becerisi için çevreyi yeniden öğrenirler. Emekleme sırasında öğrendikleri riskleri, yürümeye başladıklarında tekrar deneyimlemeleri gerekir. Risk algısı, genelleştirilmiş bir bilgi değil, her yeni motor beceride yeniden kazanılan bir yetenektir.

    Yeni yürümeye başlayan bebekler defalarca düşmelerine rağmen aynı hataları tekrarlamaya devam etti. Düşmeleri onlar için bir öğrenme deneyimi oluşturmuyordu.

    4. Bebekler Düşmekten Ders Çıkarır mı?

    Bebekler düştüklerinde bundan ders çıkarır mı, yoksa keşfetmeye devam eder mi?

    Önceki araştırmalar, bebeklerin yükseklikten kaçınmayı emekleme veya yürüme aşamalarında ayrı ayrı öğrendiğini göstermişti. Ancak, bebeklerin düşmelerini bir hata olarak görüp öğrenip öğrenmediği bilinmiyordu. Han & Adolph (2020), 13-19 aylık bebeklerin düşmelere nasıl tepki verdiğini test etti.

    563 düşme izlendi ve 138 bebek incelendi.

    Düşme sonrası bebeklerin verdiği tepkiler incelendi:

    • Ağlıyorlar mı?
    • Tekrar düşme riski olan yerlere gidiyorlar mı?
    • Ne kadar sürede toparlanıp keşfe devam ediyorlar?

       •       Bebeklerin sadece %4’ü düştükten sonra ağladı.

       •       %92’si düştükten birkaç saniye içinde oyuna ve yürümeye devam etti.

       •       Daha önce düştükleri yerlere tekrar gitmekten çekinmediler.

    Sonuç olarak,

    Bebekler düşmeyi önemli bir hata olarak görmez.

    Düşmek, bebeklerin keşif sürecini durdurmaz.

    Bebekler hatalarından ders çıkararak değil, tekrarlı deneme yanılma yoluyla öğrenir.

    Bebekler Keşfederek Öğrenir!

    Bebekler hareket etmeyi hataya dayanarak değil, keşfederek öğrenirler. Yani, bir kere düşmeleri onları durdurmaz, aksine tekrar denemeye teşvik eder! Hata yapmak, onlar için bir engel değil, sürecin doğal bir parçasıdır.

    Kaynakça

    Adolph, K. E. (1993). Learning in the development of infant locomotion. Monographs of the Society for Research in Child Development, 58(Serial No. 233). https://doi.org/10.2307/1166064

    Adolph, K. E. (2000). Learning to keep balance. Advances in Infancy Research, 12, 1-51.

    Adolph, K. E., & Berger, S. E. (2006). Motor development. In D. Kuhn & R. S. Siegler (Eds.), Handbook of Child Psychology (6th ed., Vol. 2, pp. 161-213). Wiley.

    Han, D., & Adolph, K. E. (2020). The impact of errors in infant development: Falling like a baby. Developmental Science, 24, e13069. https://doi.org/10.1111/desc.13069