Kategori: Uzman Görüşleri

  • Toksik Anne ve Babalar

    Toksik Anne ve Babalar

    Hepimiz anne babalarımızın içimize ektikleri zihinsel ve duygusal tohumlarla büyüyoruz. Sağlıklı ailelerde bu tohumlar; sevgi, saygı, bağımsızlık ile ekilirken, ne yazık ki pek çok ailede korku, suçluluk, baskı ile ekiliyor.
    Bu tohumlar biz büyüdükçe filizleniyor, yetişkin olduğumuzda duygularımızı, davranışlarımızı, dolayısıyla başkaları ile olan ilişkilerimizi etkiliyor.

    Elbette ki mükemmel anne baba olmak imkansız. Birçok anne –babanın bazen öfkesini kontrol edemeyip bağırdığı, bazen aşırı kontrolcü ve müdahaleci davrandığı olmuştur. Ancak çocuklar için asıl önemli olan onların gözlerindeki samimiyet ve gerçek sevgi akışıdır. Çocuklar sevgi, saygı ve güven duydukları anne-babalarını yeri geldiğinde nasıl idare edeceklerini bilirler.
    Ancak bazı çocuklar vardır ki aynı şansa sahip değillerdir. Yıllarca baskı altında kalan, sözel, fiziksel ya da cinsel tacize uğrayan çocuklar, bir süre sonra filizlerinin kırılmasına engel olamazlar, sonunda duygularını toprağın altına yani bilinç altlarına gömmek zorunda kalırlar.

    Aile Terapisi alanında uzun yıllar çalışmış olan Suzan Forward , çocuklarının filizlerini kıran bu tür ebeveynlere Toksik Anne-Babalar diyor. Doğrusu bu benzetme benim de çok hoşuma gitti. Çünkü; bir çocuğun kişilik gelişiminin 7 yaşına kadar şekillendiğini düşünecek olursak, daha gelişim aşmasındaki çocukların tüm hücrelerinin birlikte yaşadıkları anne – babaları tarafından zehirlendiğini ve kişilik gelişimlerinin en temelden sarsıldığını görüyoruz.

    Hangi anne babalar bu toksik etkiyi bırakıyor?

    Yetersiz anne- babalar: Sürekli kendi problemlerine odaklanan, zayıf ve edilgen yapıları ile çocuklarını kendilerine bakmak zorunda bırakarak, birer küçük anne – babaya dönüştürenler

    Kontrolcü anne – babalar : Çocuklarının hayatlarına sürekli yardım bahanesi ile müdahale eden, suçluluk duygusu yaratarak çocuklarını manipülatif davranışlar ile yöneten, bireyselleşmelerine engel olanlar

    Sözel tacizci anne- babalar: Çocuklarını alaycı, iğneleyici ve küçümser yorumlar ile sözleriyle döven, sürekli aşağılayarak demoralize edip, özgüvenlerini çalanlar

    Fiziksel tacizci anne- babalar: Kendi davranışlarından sürekli çocuklarını sorumlu tutan, onları suçlayan , içlerindeki öfkeyle yüzleşmek yerine öfkelerini çocuklarından döverek çıkaranlar.

    Cinsel tacizci anne – babalar : Çocuklarının masumiyetlerinden yararlanarak, gizlice baştan çıkartan, cinsel istismarda bulunan ya da bulunulmasına müsaade eden , telafisi imkansız derin izler bırakanlar.

    Madde bağımlısı – alkolik anne babalar: Gerçeklerden kaçan, düzensiz ruh durumları ile boğuşup zayıf karakterde olan , bağımlılıkları nedeni ile anne- babalık görevlerini yerine getirmeyip, çocuklarının geleceğini karartanlar.

    Kaynak : Dr. Obengül Ejder

  • Doğum Kaygısının Psikolojik Etkileri: Zihnin ve Bedenin Uyumu

    Doğum Kaygısının Psikolojik Etkileri: Zihnin ve Bedenin Uyumu

    Doğum, hayatımızın bir başlangıç noktasıdır. Bu dönüştürücü yolculuk, beraberinde kaygıları da getirebilir. Bazı kadınlar bu anı heyecanla beklerken, bazı kadınlar ise kaygı ve korku ile bekler. Peki, doğum kaygısı neden oluşur ve psikolojik olarak bizi nasıl etkiler?

    1- Doğum Kaygısı Neden Oluşur?

    Doğum kaygısı genellikle bilinmeyene duyulan bir korku ve kontrol kaybı hissinden kaynaklanır. Doğum sürecine karşı duyulan olumsuz deneyimler de anne adaylarının bu korkusunun güçlenmesinde rol oynayabilir.

    • Bilinçdışı Korkular: Çocuklukta duyulan travmatik doğum hikâyeleri sizde izler bırakmış olabilir. Geçmişte annenizin doğum süreci travmatik geçtiyse, bu durumun sizde kaygı yaratması da olasıdır. Doğum kaygısı dışında da kaygılı bir anne adayıysanız, doğumla birlikte belirsizlik süreci zihninizi endişeye sokabilir.

    • Kontrol Kaybı Endişesi: Günümüzde birçok insan hayatını daha planlı yönetmeye alışkındır. Ancak doğum, tam anlamıyla kontrol edilemeyen bir süreçtir. Özellikle mükemmeliyetçi, kontrolü elinde tutmayı seven ve kaygılı bir yapınız varsa, bu dönemde yoğun endişeler duymanız diğer anne adaylarına göre daha yüksek olabilir.

    • Geçmiş Travmalar: Önceden düşük yapmış, sıkıntılı bir doğum dönemi geçirmiş veya doktorunuzla problemler yaşamışsanız, güvensizlikten kaynaklı kaygı problemi de yaşayabilirsiniz.

    2- Doğum Kaygısının Psikolojik ve Fiziksel Etkileri

    • Bedenin Gerilmesi: Kaygı arttıkça vücutta kortizol ve adrenalin hormonları yükselir. Bu durum, kasların gereğinden fazla kasılmasına yol açabilir. Böylece doğum süreci daha zor bir hâl alabilir.

    • Ağrı Algısının Artması: Araştırmalar, kaygılı anne adaylarının ağrıyı daha yoğun hissettiğini göstermektedir.

    • Bilinçdışı Savunmalar: Bazı kadınlar doğum kaygısı nedeniyle bilinçdışı olarak doğumu geciktirebilir. Örneğin, aşırı stres rahmin gevşemesini zorlaştırarak doğum sürecini uzatabilir.

    3- Kaygıyı Azaltmak İçin Neler Yapılabilir?

    • Psikoeğitim: En önemlisi, aslında doğum süreciyle ilgili doğru bilgiler edinmek olacaktır. Kaygı yaşayacağınız anlar hakkında doktorunuzdan bilgi almak, doğru nefes tekniklerini öğrenmek, doğum anında neler yapabileceğinizi bilmek sizi büyük ölçüde rahatlatacaktır.

    • Bilinçdışı Korkularla Çalışmak: Geçmiş deneyimlerinizin doğum kaygısıyla bağlantısı olup olmadığını öğrenmek önemli olabilir. Çünkü bazı kadınların, doğum doktoruyla konuşsalar bile kaygılarının azalmadığı görülmektedir. Bu durum, bilinçdışında doğum, anne olmak veya geçmişte yaşanan olumsuz ebeveyn deneyimlerinden etkilenmiş olabilir.

    • Destek Mekanizmaları: Doğum sürecinde kimlerin yanınızda olacağını ve eşinizle birlikte bu süreçte neler yapabileceğinizi konuşmanız, kaygınızın hafiflemesine neden olabilir.

    Doğumu kaygı ile değil, farkındalık ile karşılamak bu dönemdeki en büyük hedefiniz olsun. Bir parça kaygı duymak çok doğaldır. Ancak kaygınız artık günlük yaşamınızı dahi etkiliyorsa, bu durumda profesyonel bir destek almak sizin ve bebeğinizin süreci daha sağlıklı atlatmasını sağlayacaktır.

  • Aile Yapınız Sağlıklı Mı?

    Aile Yapınız Sağlıklı Mı?

    Çiftlerin gerek evlilik öncesi, gerekse evlilik sonrası yaşadıkları problemleri göz önüne aldığımızda aslında bir çok sorunun sağlıklı bir iletişim ile çözümlenebildiğini görüyoruz. Her ne kadar çiftlerin terapiye başvurduklarında sorunlarının çözülebileceğine olan inançları düşük olsa da seansların sonunda “ Keşke daha önce gelseydik” veya “ keşke sorunumuzun gerçek kaynağını daha önce fark edebilseydik ” dediklerini çok duyuyoruz.

    Aslında kadın – erkek , karı- koca ya da anne baba rolünü herkes kendi anne babasından öğreniyor. Yani kendi aile modeli ne ise, sağlıklı olanın o olduğunu düşünüyor. Örneğin, eşiyle çocuklar yüzünden tartışan bir babanın her tartışmadan sonra eşini dövdüğünü gören çocuk normal olanın o olduğunu zannediyor. Problem böyle çözülür sanıyor. Sağlıklı aile yapısı nasıldır onu bilmiyor.
    Gelin birlikte aile yapınızın sağlıklı olup olmadığına bakalım; eğer bu şıklardan bazılarına olumsuz yanıt veriyorsanız, mutlaka en yakın zamanda bunları fark etmeli ve değiştirmelisiniz.

    Aile Yapınız Sağlıklı mı?
    • Düşünce ve duygularınızı özgürce paylaşabiliyor musunuz?
    • Düşünce ve duygularınızın aile bireyleri tarafından anlaşıldığına inanıyor musunuz?
    • Aile içinde bireysel farklılıklarınızı kabul ediyor, saygı duyuyor musunuz?
    • Birbirinizle ilgileniyor, sevginizi gösteriyor musunuz?
    • Bütün aileyi ilgilendiren konularda iş birliği yapıyor, sorumlulukları paylaşıyor musunuz?
    • Günlük yaşantınızda birbirinizle şakalaşıyor, espri yapabiliyor musunuz?
    • Aile içinde bir sorun yaşadığınızda kişileri değil de yaşanılan problemi merkezi alarak, suçlamak yerine çözüme odaklanıyor musunuz?
    • İçinde yaşadığınız toplumsal değerlere saygı duyuyor, ortak aile değerlerinizi oluşturuyor musunuz?
    • Birbirinizi takdir ediyor , günde en az üç defa olumlu cümleler kuruyor musunuz?
    • Yaşadığınız iyi veya kötü olayları birbirinizle paylaşıyor, korkmadan , çekinmeden anlatabiliyor musunuz?
    • Birbirinizi dinliyor ve yaşanan problemlerden birbirinizi suçlamadan çözümler üretebiliyor musunuz?
    • Haftanın bir günü bile olsa, düzenli bir şekilde bütün aile bireyleri ortak vakit geçiriyor musunuz?

    Kaynak : Dr. Obengül Ejder

  • Anne Olmadan Önce Psikolojik Sağlamlığınız Nasıl Olmalıydı?

    Anne Olmadan Önce Psikolojik Sağlamlığınız Nasıl Olmalıydı?

    Anne olmak, sadece biyolojik bir süreç değil, aynı zamanda psikolojik olarak da büyük bir dönüşümdür. Bu dönüşüm, kişinin geçmiş yaşantıları, içsel dayanıklılığı ve duygusal farkındalığıyla doğrudan ilişkilidir. Annelik süreci çoğu zaman doğumdan sonra ele alınsa da, aslında psikolojik hazırlık çok daha önce başlamalıdır. Peki, anne olmadan önce psikolojik sağlamlığınızı nasıl değerlendirmeliydiniz?

    1. Kimlik ve Kendi Benliğini Tanıma

    Anne olmadan önce de bir kimliğiniz vardı. O süreçlerde nasıl ilerliyordunuz? Herhangi bir zor olayla karşılaştığınızda tepkileriniz, hisleriniz, düşünceleriniz ve aldığınız aksiyonlar nelerdi? Aslında burada önemli olan vereceğiniz cevaplar, çünkü bazen anne olmadan önce bir kimliğinizin olduğunu dahi fark etmeyebilirsiniz. Yeteneklerinizi keşfedememiş, potansiyelinizi ortaya çıkaramamış olabilirsiniz.

    Anneliğin dışında kimim?

    • Hayatımda beni ben yapan değerler neler?

    • Annelik, diğer kimliklerimle nasıl dengede olacak?

    Bu sorulara vereceğiniz yanıtlar, annelik sürecinde kendinizi kaybetmemeniz için önemli bir farkındalık yaratacaktır.

    2. Kendi Çocukluk Deneyimlerinizle Yüzleşmek

    Psikodinamik bakış açısına göre, anne-babamızla olan ilişkimiz, ebeveynlik stilimizi doğrudan etkiler. Çocuklukta yaşadığımız travmalar, eksiklikler veya fazla korumacı yaklaşımlar bilinçdışında yer eder ve farkında olmadan kendi ebeveynlik tarzımıza yansıyabilir.

    Örneğin, çocukken yeterince ilgi görmemiş biri, çocuğuna fazla bağımlı olabilir. Ya da tam tersi, aşırı kontrol altında büyümüş bir birey, çocuğuna fazla özgürlük tanıyarak kendi çocukluğunun telafisini yapmaya çalışabilir. Ancak sağlıklı bir ebeveynlik, kendi çocukluğumuzdan gelen eksik yanları bilinçdışında taşımadan, farkındalıkla hareket etmeyi gerektirir.

    Bu yüzden anne olmadan önce şu soruları kendinize sormalısınız:

    • Kendi anne-babamla ilişkim nasıldı?

    • Onlardan aldığım hangi özellikleri kendi çocuğuma taşımak istiyorum?

    • Hangi davranışları bilinçli olarak değiştirmem gerekiyor?

    Bu sorular üzerinde düşünmek ve gerekiyorsa bir uzman desteği almak, geçmişten gelen bilinçdışı kalıplarla yüzleşmenize yardımcı olacaktır.

    3. Duygusal Dayanıklılık ve Stres Yönetimi

    Çocukla birlikte belki de sizi en çok zorlayan kısım burası olacaktır. Uykusuz geceler, çocuğun gelişim sürecindeki zorluklar, annenin kendi bedenindeki değişimler… Bunlar, hem fiziksel hem de psikolojik olarak yıpratıcı olabilir. Kaygıya yatkınsanız, çocuğunuzun sağlığıyla ilgili aşırı endişelenebilir, mükemmel anne olma baskısı hissedebilirsiniz. Eğer duygularınızı sağlıklı bir şekilde yönetemiyorsanız, bebeğinizin duygu dünyasını da yönetmekte zorlanabilirsiniz.

    Anne olmadan önce kendinize şu soruları sormalısınız:

    • Stresle nasıl başa çıkıyorum?

    • Kaygılarımı nasıl yönetiyorum?

    • Duygularımı bastırmak yerine sağlıklı bir şekilde nasıl ifade edebilirim?

    Annelik Öncesinde Güçlü Bir Zihin, Güçlü Bir Gelecek

    Anne olmadan önce psikolojik sağlamlığınızı güçlendirirseniz, anne olduktan sonra yalnızca siz değil, çocuğunuz da doğrudan etkilenir. Kendi kimliğinizi tanımak, çocukluk deneyimlerinizle yüzleşmek, stres yönetimi konusunda farkındalık kazanmak ve destek mekanizmalarınızı oluşturmak, anneliğe bilinçli bir başlangıç yapmanızı sağlar.

  • Makyajın Gücü: İletişim Aracı Olarak Güzellik

    Makyajın Gücü: İletişim Aracı Olarak Güzellik

    Son dönemde popülerleşen Turkish Delight makyaj stili, sadece estetik bir tercihten öteye geçiyor. Bu renkli ve cesur stil, kadınların toplumsal hayatta kendilerini ifade etme biçimlerinin bir yansımasıdır. Makyaj, yalnızca dış görünüşü güzelleştirmek için değil, bireylerin toplumsal duruşlarını, kimliklerini ve değerlerini iletmek için kullanılan güçlü bir iletişim aracına dönüşmüştür.

    Renklerin Gücü

    Turkish Delight stilindeki canlı renkler, kadınların içsel güçlerini ve özgüvenlerini dışarıya yansıtmalarının bir yolu olabilir. Örneğin, parlak pembe, özgüven ve feminenliği simgelerken, kırmızı ve turuncu gibi enerjik renkler toplumsal normlara karşı bir duruş ve güç gösterisi olarak kabul edilebilir. Bu renkler, toplumsal cinsiyet normlarına ve güzellik anlayışlarına karşı bir başkaldırı olabilir ya da bireylerin kendilerini daha güçlü, daha cesur hissetmelerini sağlayan bir araçtır. Dolayısıyla makyajda kendinizi, cildinizi ve alt tonunuzu keşfettikçe kullanacağınız renkleri belirleyip makyajın gücünü keşfetmiş olursunuz. Özel makyaj eğitimleri burada kolaylaştırıcı ve yol göstericidir.

    Makyaj ve Kimlik İnşası

    Makyaj, kadınlar için kimlik oluşturmanın ve toplumsal hayatta kendilerini ifade etmenin bir yoludur. Turkish Delight stili, yalnızca güzellik anlayışını değil, aynı zamanda güçlü bir kimlik inşasını da simgeler. Kadınlar, makyajla sadece dış görünüşlerini değil, içsel güçlerini ve toplumsal rollerini de ifade ederler. Makyaj, adeta bir “görünüşle konuşma” biçimidir; kadınlar bu stil aracılığıyla kimliklerini ve değerlerini dışa vururlar. Bu durum, özellikle sosyal medya gibi platformlarda kendini daha fazla ifade etme arzusunu yansıtır.

    Toplumsal İletişim ve Makyaj

    Toplumda güzellik anlayışları değiştikçe, makyaj da bu değişimin bir parçası haline gelir. Turkish Delight gibi renkli ve cesur bir stil, kadınların toplumsal normlara karşı duruşlarını ve kendilerini nasıl görmek istediklerini yansıtır. Makyaj, yalnızca bir estetik seçim olmaktan çıkar, aynı zamanda bir mesaj verme aracına dönüşür. Bu stil, kadınların kendilerini toplumsal alanda daha güçlü, özgür ve bağımsız hissetmelerini sağlar. Makyajla “sessizce” verilen bu mesajlar, toplumsal değişim ve bireysel özgürlük taleplerini içerebilir.

    Sosyal Medyanın Etkisi: Yeni Bir İletişim Dili

    Sosyal medya, kadınların kendilerini daha fazla ifade etmelerine, görünür olmalarına ve özgürleşmelerine olanak tanıyan güçlü bir mecra haline gelmiştir. Turkish Delight makyajı gibi stiller, sosyal medyada kişisel bir imaj yaratma aracı olarak sıklıkla kullanılıyor. Sosyal medya, estetikten daha fazlasını ifade eden bir alan haline gelmişken, makyaj da burada bir iletişim dili olarak ortaya çıkıyor. Kadınlar, makyajla sadece dış görünüşlerini değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel kimliklerini de şekillendiriyorlar.

    Güzellik Endüstrisinin Evrimi: Kadınların Güçlenmesi

    Günümüzde güzellik endüstrisi, sadece estetik bir hedef değil, aynı zamanda kadınların güç kazanmasını sağlayan bir araç olarak evriliyor. Makyaj, bir görünüş değiştirme aracı olmanın ötesinde, bireylerin içsel güçlerini dışa vurduğu, toplumsal normları sorguladığı bir mecra haline gelmiş durumda. Turkish Delight gibi makyaj stilleri, kadınların kendilerini özgürce ifade etme ve toplumsal yerlerini yeniden tanımlama yollarıdır.

  • Çocuklar Depresyona Girebilir Mi?

    Çocuklar Depresyona Girebilir Mi?

    Son bir aydır 9 yaşındaki kızlarının karın ağrısı, baş ağrısı şikayetleri ile okula gitmek istememe, gerekli gereksiz her şeye  ağlama, kendi yatağında yatmak istememe gibi davranış değişiklikleri üzerine çocuk hekimine başvuran aileye ; yapılan muayene ve tıbbi tahlillerin normal olduğu, çocuğun şikayetlerinin psikolojik olabileceğini söylenmişti.

    Aileyle  yaptığımız görüşmelerde daha ayrıntılı öykü aldığımızda yemek yeme probleminin de olduğunu, hatta son iki haftadır geceleri alt ıslattığını öğreniyoruz.

    Annesi : kızım  “ okulda arkadaşlarım beni sevmiyor, kimse benimle oyun oynamak istemiyor, ben evde seninle kalmak istiyorum diyerek her sabah ağlıyor “ diyordu.

    Öğretmenden alınan bilgi de ise ; ”okulda arkadaşlarıyla asıl kendisi oynamak istemiyor, derslerde dalgın, son birkaç aydır daha içine kapandı, dersleri dinlemiyor” artık demişti.

    Çocuklar ailelerinin aynasıdır

    Ailede yaşanılan sıkıntılar, tartışmalar , fiziksel veya ruhsal hastalıklar, boşanma aşamasına gelen evlilik problemleri sağlıklı çözümlenemediğinde çocuklara yansır.

    Depresyon aile içinde yayılma özelliği olan bir hastalıktır. Bu nedenle evde yaşayan aile bireylerinin de mutlaka gözden geçirilmesi gerekmektedir.  Çünkü bazen depresyonda olan ebeveyn her şeyi olumsuz görme nedeni ile çocuğun sorunlarını büyütebilir veya kendi problemleri ile o kadar ilgilidir ki çocuğunun yaşadığı sorunları fark edemeyebilir .

    Bu örneğimizde de anne baba arasında süregelen tartışmalar, babanın evi terk etmesi, annenin çalıştığı kurumdaki maddi ve yönetimsel sorunları nedeni ile evde yaşanılan kaos, çocuğun  fiziksel ihtiyaçlarının fazlasıyla karşılanırken, duygusal ihtiyaçlarının görmezden gelinmesi , tıpkı depresyonda olan annesi gibi çocuğun da depresyona girmesine neden olmuştu.

    Çocukluk çağı depresyonu mutlaka tedavi edilmelidir

    • Eğer ailede depresyonda olan başka bir birey varsa ve tedavi olmamışsa , mutlaka o birey de tedavi edilmelidir.
    • 7 yaş altındaki çocukların depresyon tedavisinde öncelikle oyun terapisi yer almaktadır.
    • Okul çağı veya ergenlik dönemindeki çocukların depresyon tedavisinde ise , psikoterapinin yanı sıra ilaç tedavisi kullanılmaktadır.
    • Eğer “küçücük çocuk ilaç mı kullanırmış” gibi bir düşünce ile tedavi geciktirilir ise  problem daha da derinleşebilir.

    Kaynak : Dr. Obengül Ejder

  • Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramı: İlk Altı Yıl Neden Bu Kadar Önemli?

    Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramı: İlk Altı Yıl Neden Bu Kadar Önemli?

    Önceki yazılarda, Erikson’un psikososyal gelişim kuramının temelini ve ilk üç aşamanın (Güven, Özerklik ve Girişkenlik) çocuk gelişimi üzerindeki etkilerini ele almıştık. Teori, gelişimin yaşam boyu devam ettiğini vurgulasa da, sekiz aşamadan üçünün ilk altı yılda gerçekleşmesi erken çocukluğun kritik önemini gözler önüne sermektedir.

    Bu süreç, çocuğun özsaygısının, bağımsızlığının ve ilişkilerinin temelini oluşturur. Eğer çocuklar bu yıllarda güven, bağımsızlık ve girişkenlik duygularını geliştirirse, ilerleyen yaşlarda karşılaşacakları zorlukları daha güçlü bir şekilde aşmaya hazır hale gelirler (Bowlby, 1969; Deci & Ryan, 2000).

    İlk Altı Yıl Neden Bu Kadar Önemli?

    1. Bu Dönem, Gelecekteki Gelişimin Temelini Atar

    İlk üç aşama—Güven, Özerklik ve Girişkenlik—çocuğun özsaygısını, dayanıklılığını ve özgüvenini şekillendirir. Güvende, bağımsız ve cesaretlendirilmiş hisseden bir çocuk, ilerleyen aşamalarda daha başarılı olma eğilimindedir.

    2. Beyin Gelişimi Bu Süreçte Hızlı İlerler

    Altı yaşına kadar beynin %90’ı gelişimini tamamlamış olur. Bu dönemde yaşanan olumlu deneyimler, çocuğun bilişsel yeteneklerini, duygusal zekâsını ve sosyal becerilerini şekillendirir (Ginsburg, 2007).

    3. Erken Bağlanma, Gelecekteki İlişkileri Etkiler

    Çocuklukta güven ve bağımsızlık duygusunu geliştiren bireyler, yetişkinliklerinde sağlıklı arkadaşlıklar ve romantik ilişkiler kurmaya daha yatkındır (Hazan & Shaver, 1987).

    Sizler Erken Gelişimi Nasıl Destekleyebilirsiniz?

    Bebeğinizin ihtiyaçlarına tutarlı, duyarlı ve sevgi dolu bir şekilde yanıt verin.

    Bağımsızlığı teşvik edin, çocuğunuzun kendini keşfetmesine fırsat tanıyın.

    Yaratıcı oyun ve keşif için ortam sağlayarak özgüven gelişimini destekleyin.

    Olumlu pekiştirme kullanarak cesaretlendirin, aşırı eleştiriden kaçının.

    Güvenli ve tahmin edilebilir bir çevre oluşturun—çocukların güvende hissetmesini sağlayın.

    Erikson’un erken dönem aşamalarını anlamak, ebeveynlerin sevgi dolu ve destekleyici bir ortam yaratmalarına yardımcı olabilir. Bu sayede çocuklar özgüvenli, bağımsız ve duygusal olarak dayanıklı bireyler olarak büyüyerek yaşam boyu sürecek bir başarıya adım atabilirler.

    Sizce erken çocukluk dönemindeki bu aşamalar çocuğunuzun gelişiminde nasıl bir rol oynuyor? Çocuğunuzun güven, bağımsızlığı ve girişkenliği nasıl şekilleniyor? 

    Kaynakça

    • Bowlby, J. (1969). Attachment and loss: Vol. 1. Attachment. Basic Books.

    • Deci, E. L., & Ryan, R. M. (2000). The “what” and “why” of goal pursuits: Human needs and the self-determination of behavior. Psychological Inquiry, 11(4), 227-268. https://doi.org/10.1207/S15327965PLI1104_01

    • Ginsburg, K. R. (2007). The importance of play in promoting healthy child development and maintaining strong parent-child bonds. Pediatrics, 119(1), 182-191. https://doi.org/10.1542/peds.2006-2697

    • Hazan, C., & Shaver, P. (1987). Romantic love conceptualized as an attachment process. Journal of Personality and Social Psychology, 52(3), 511-524. https://doi.org/10.1037/0022-3514.52.3.511

  • Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramı: Yaşam Boyu Büyüme ve Kimlik Yolculuğu 2

    Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramı: Yaşam Boyu Büyüme ve Kimlik Yolculuğu 2

    4. Başarı vs. Aşağılık Duygusu (Orta Çocukluk: 6-12 Yaş) → Yetkinlik

    Temel Soru: “İyi bir şeyler yapabilir miyim?”

    • Çocuklar akademik başarı, spor, sanat ve sosyal etkileşimler aracılığıyla kendilerini değerlendirirler. Bu dönemde başarı duygusu, çocuğun öz güvenini ve yetkinlik hissini artırır.

    • Eğer çocuk sürekli başarısızlık hisseder, fazla eleştirilir veya yeterince desteklenmezse, yetersizlik ve aşağılık duygusu geliştirebilir (Erikson, 1963).

    Ebeveynler Ne Yapabilir?

    ✔ Çocuğunuzun çabasına ve ilerlemesine odaklanarak motive edin.

    Büyüme zihniyetini teşvik edin—hataların öğrenmenin bir parçası olduğunu öğretin.

    ✔ Çocuğunuzu başka çocuklarla kıyaslamak yerine, onun bireysel gelişimine odaklanın.

    Araştırma Bulgusu:

    Carol Dweck’in (2006) araştırmaları, büyüme zihniyetine sahip çocukların daha fazla akademik başarı ve motivasyon gösterdiğini ortaya koymuştur. Çocuklara “Sen zekisin” yerine, “Çok çabaladın, harika bir iş çıkardın” demek, onları daha dirençli hale getirir.

    5. Kimlik vs. Rol Karmaşası (Ergenlik: 12-18 Yaş) → Sadakat

    Temel Soru: “Ben kimim?”

    • Ergenler, kişisel kimliklerini oluşturmak için kendilerini keşfetmeye başlarlar. Değerleri, inançları ve ilgi alanlarını belirleyen bireyler, kendilerine güvenen ve tutarlı bir kimlik geliştiren yetişkinler haline gelirler.

    • Eğer birey kimliği konusunda belirsizlik yaşarsa veya sürekli başkalarının beklentilerine göre hareket ederse, kimlik karmaşası yaşayabilir (Marcia, 1966).

    Ebeveynler Ne Yapabilir?

    ✔ Ergenin farklı kimlikleri keşfetmesine izin verin—hobileri, ilgi alanları ve inançlarını şekillendirmesi için özgürlük tanıyın.

    Açık iletişim kurun, yargılamadan dinleyin ve destekleyici olun.

    Kendi kimliğini oluşturması için fırsatlar verin, ancak aşırı baskı yapmayın.

    Araştırma Bulgusu:

    Araştırmalar, kimlik keşfinin benlik saygısı ve psikolojik iyi oluş ile doğrudan ilişkili olduğunu göstermektedir (Kroger, 2007). Kimliğini sağlıklı bir şekilde oluşturan bireyler, gelecekte daha mutlu, kararlı ve başarılı olma eğilimindedir.

    6. Yakınlık vs. Yalnızlık (Genç Yetişkinlik: 18-40 Yaş) → Sevgi

    Temel Soru: “Yakın ilişkiler kurabilir miyim?”

    • Genç yetişkinlik döneminde bireyler, derin, anlamlı ilişkiler (romantik veya arkadaşlık ilişkileri) kurarak sevgi ve aidiyet duygusu geliştirirler.

    • Eğer birey yakın ilişkiler kurmakta zorlanırsa, duygusal izolasyon yaşayabilir ve yalnızlık hissedebilir (Erikson, 1982).

    Ebeveynler ve Genç Yetişkinler Ne Yapabilir?

    Duygusal bağ kurmayı öğrenmek için iletişim becerilerinizi geliştirin.

    Güvenli bağlanma stillerini öğrenin ve sağlıklı ilişkiler geliştirmek için kendinizi tanıyın.

    Arkadaşlıkları ve romantik ilişkileri derinleştirecek deneyimlere açık olun.

    Araştırma Bulgusu:

    Hazan & Shaver (1987), güvenli bağlanan bireylerin, yetişkinlikte daha tatmin edici romantik ilişkilere sahip olduğunu ve daha az yalnızlık yaşadığını ortaya koymuştur.

    7. Üretkenlik vs. Durgunluk (Orta Yetişkinlik: 40-65 Yaş) → Özen

    Temel Soru: “Dünyaya katkı sağlayabilir miyim?”

    • Orta yaşlardaki bireyler, iş, aile ve toplum hizmetleri yoluyla bir şeyler başarmak ve dünyaya katkı sağlamak isterler. Üretkenlik hissi, kişinin hayatına anlam katar.

    •Eğer birey kendini üretken hissetmiyorsa veya topluma katkı sağlayamıyorsa, durgunluk ve tatminsizlik hissi yaşayabilir (McAdams, 2001).

    Araştırma Bulgusu:

    Araştırmalar, mentorluk yapmanın ve gönüllü çalışmaların, orta yaşlardaki bireylerde psikolojik iyi oluşu artırdığını ve yaşam tatminini yükselttiğini göstermektedir (Vaillant, 2002).

    Ebeveynler ve Yetişkinler İçin Öneriler:

    Genç bireylere rehberlik ederek bilgi ve deneyimlerinizi paylaşın.

    Toplumsal projelerde yer alarak kendinizi daha üretken hissedin.

    Aile içindeki sorumluluklarınızı anlamlı hale getirin (çocuklarınıza, eşinize veya toplumunuza katkı sağlamak gibi).

    8. Bütünlük vs. Umutsuzluk (Geç Yetişkinlik: 65+ Yaş) → Bilgelik

    Temel Soru: “Hayatım anlamlı mıydı?”

    • Yaşamın son yıllarında bireyler, geçmişlerine bakarak yaşamlarının anlamlı ve dolu dolu geçtiğini hissederse, içsel bir bütünlük ve huzur geliştirirler.

    Olumsuz Sonuç: Eğer birey geçmişine baktığında pişmanlık ve hayal kırıklığı hissediyorsa, bu durum umutsuzluk ve depresyona yol açabilir (Erikson, 1997).

    Araştırma Bulgusu:

    Yaşam inceleme terapisine katılan yaşlı bireylerin, hayat memnuniyeti seviyelerinin daha yüksek olduğu ve depresyon belirtilerinin azaldığı bulunmuştur (Butler, 2002).

    Geç Yetişkinlikte Ruhsal İyi Oluş İçin Öneriler:

    Yaşamınızı gözden geçirerek olumlu anılarınıza odaklanın.

    Genç nesillere deneyimlerinizi aktarmak için zaman ayırın.

    Sosyal bağlantılarınızı sürdürerek yalnızlık hissini önleyin.

    Hayatınızın şu an hangi aşamasında olduğunuzu düşünüyorsunuz? Siz veya çocuğunuz şu anda bu aşamalardan birini deneyimliyor musunuz?

    Kaynakça

    • Butler, R. N. (2002). The life review: An interpretation of reminiscence in the aged. Psychiatry, 26(1), 65-76.

    • Dweck, C. S. (2006). Mindset: The new psychology of success. Random House.

    • Erikson, E. H. (1963). Childhood and society. Norton.

    • Erikson, E. H. (1982). The life cycle completed: A review. Norton.

    • Erikson, E. H. (1997). The life cycle completed (Extended version). Norton.

    • Hazan, C., & Shaver, P. R. (1987). Romantic love conceptualized as an attachment process. Journal of Personality and Social Psychology, 52(3), 511-524. https://doi.org/10.1037/0022-3514.52.3.511

    • Kroger, J. (2007). Identity development: Adolescence through adulthood. Sage Publications.

    • Marcia, J. E. (1966). Development and validation of ego-identity status. Journal of Personality and Social Psychology, 3(5), 551-558. https://doi.org/10.1037/h0023281

    • McAdams, D. P. (2001). Generativity in midlife. In M. E. Lachman (Ed.), Handbook of midlife development (pp. 395-443). Wiley.

    • Vaillant, G. E. (2002). Aging well: Surprising guideposts to a happier life from the landmark Harvard study of adult development. Little, Brown, and Company.

  • Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramı: Yaşam Boyu Büyüme ve Kimlik Yolculuğu 1

    Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramı: Yaşam Boyu Büyüme ve Kimlik Yolculuğu 1

    Gelişim, hayat boyu süren bir süreçtir ve deneyimlerimiz, ilişkilerimiz ve karşılaştığımız zorluklar tarafından şekillenir. Erik Erikson’un psikososyal gelişim kuramı, insanın yaşam boyu nasıl geliştiğini anlamamıza yardımcı olan en kapsamlı çerçevelerden biridir. Freud’un psikoseksüel gelişime odaklandığı yaklaşımından farklı olarak, Erikson bireylerin hayatlarının farklı dönemlerinde karşılaştıkları sosyal ve psikolojik zorluklara vurgu yapmıştır (Erikson, 1950).

    Erikson’un modelinde yer alan sekiz aşamanın her biri, bireyin sağlam bir benlik algısı ve iyi oluş hali geliştirmesi için çözmesi gereken bir psikososyal çatışmayı içerir. Bu aşamalar başarıyla tamamlandığında birey, güçlü ve dengeli bir kişilik geliştirir. Ancak bu çatışmalar çözülemediğinde, ilerleyen yaşlarda psikolojik ve sosyal sorunlara yol açabilir.

    Gelin Psikososyal Gelişimin 8 aşamasını beraber inceleyim.

    1. Güven vs. Güvensizlik (Bebeklik: 0-1 yaş) → Umut

    Temel Soru: “Dünyaya güvenebilir miyim?”

    • Eğer ebeveynler bebeğin temel ihtiyaçlarına tutarlı ve duyarlı bir şekilde yanıt verirse, çocuk dünyaya güvenmeyi öğrenir.

    • Eğer bakım düzensiz, tutarsız veya ihmal edici olursa, çocuk güvensizlik ve korku geliştirir, ilerleyen yaşlarda ilişkilerde zorluk yaşayabilir.

    Ebeveynler Ne Yapabilir?

    Bebeğin ihtiyaçlarına hızlı ve duyarlı bir şekilde yanıt verin.

    Bebeği sık sık kucaklayın, konuşun ve sevgi gösterin.

    Düzenli bir beslenme, uyku ve oyun rutini oluşturarak güven duygusunu pekiştirin.

    Araştırma Bulgusu:

    Güvenli bağlanan bebeklerin, ilerleyen yaşlarda daha duygusal olarak dayanıklı, sosyal ve kendine güvenen bireyler olduğu görülmüştür (Ainsworth & Bowlby, 1991).

    2. Bağımsızlık vs. Utanç ve Şüphe (Erken Çocukluk: 1-3 yaş) → İrade

    Temel Soru: “Kendi başıma bir şeyler yapabilir miyim?”

    • Eğer çocuk kendi kararlarını vermesi için desteklenirse, özgüven kazanır.

    • Eğer ebeveynler fazla kontrolcü veya eleştirel olursa, çocuk kendinden şüphe etmeye ve başarısızlıktan korkmaya başlar.

    Ebeveynler Ne Yapabilir?

    ✔ Çocuğunuza küçük kararlar vermesi için fırsatlar sunun (örneğin, hangi kıyafeti giymek istediği gibi).

    Olumlu ve cesaretlendirici bir dil kullanın (“Bunu denemek harika bir fikir!” gibi).

    ✔ Fazla müdahaleci olmaktan kaçının; çocuğunuzun kendi başına denemesine izin verin.

    Araştırma Bulgusu:

    Bağımsızlığa teşvik edilen çocukların ilerleyen yıllarda daha yüksek özsaygıya ve daha iyi karar verme becerilerine sahip olduğu bulunmuştur (Deci & Ryan, 2000).

    3. Girişkenlik vs. Suçluluk (Okul Öncesi Dönemi: 3-6 yaş) → Amaç

    Temel Soru: “Bir şeyleri kendi başıma yapabilir miyim?”

    • Çocuklar soru sormaya, hayal kurmaya ve liderlik etmeye başlar. Eğer ebeveynler bu girişimleri desteklerse, çocuklar kendilerine güvenen, yaratıcı ve lider ruhlu bireyler haline gelirler.

    •Eğer ebeveynler çok eleştirel veya engelleyici olursa, çocuklar suçluluk hisseder ve girişkenlikten kaçınır.

    Ebeveynler Ne Yapabilir?

    Yaratıcı oyunları ve keşfetmeyi teşvik edin.

    ✔ Çocuğunuza küçük kararlar alması için alan tanıyın.

    Sonuca değil, çabanın kendisine odaklanarak övgüde bulunun (“Çok çalıştın, harika!”).

    Araştırma Bulgusu:

    Oyun temelli öğrenmenin, bilişsel ve problem çözme becerilerini geliştirdiği bulunmuştur (Ginsburg, 2007).

    Kaynakça

    • Ainsworth, M. D. S., & Bowlby, J. (1991). An ethological approach to personality development. American Psychologist, 46(4), 333-341. https://doi.org/10.1037/0003-066X.46.4.333

    • Deci, E. L., & Ryan, R. M. (2000). The “what” and “why” of goal pursuits: Human needs and the self-determination of behavior. Psychological Inquiry, 11(4), 227-268. https://doi.org/10.1207/S15327965PLI1104_01

    • Erikson, E. H. (1950). Childhood and society. W. W. Norton & Company.

    • Ginsburg, K. R. (2007). The importance of play in promoting healthy child development and maintaining strong parent-child bonds. Pediatrics, 119(1), 182-191. https://doi.org/10.1542/peds.2006-2697

  • Aşkı Bilinçdışımız Mı İstiyor, Yoksa Biz Mi?

    Aşkı Bilinçdışımız Mı İstiyor, Yoksa Biz Mi?

    Aşk, çağlar boyu sanat, tarih, bilim, toplum ve felsefede yer edinmiş bir kavram olmuştur. Kimi zaman açıklanamayan, duyguların beynimizde oynadığı bir oyun mu, yoksa kişiye özel yaşadığımız bir durum mu olduğu hâlâ tartışılıyor. Peki, gerçekten de aşk “normal” bir duygu mu? Yoksa bilinçdışı dinamiklerin bir yansıması olarak, aslında doğası gereği anormal mi?

    Aşkın Bilinçdışı Dinamikleri

    Sigmund Freud’a göre aşk, çocukluk dönemindeki ilk bağlanma ilişkilerinde yatıyor. Anne, baba ve bakım verenimizden aldığımız ilk sevgiyi, reddedilmeyi, şefkati ve güveni, yetişkinlikteki ilişkilerimize de yansıtıyoruz.

    Örneğin, eğer anne “yutan” bir karakterdeyse (çocuğun tüm kararlarını kendi veren, onu bağımlı hâle getirmeye çalışan, özerkleşmesini engelleyen), bu çocuk yetişkinlikte annesine benzediğini fark ettiği tüm kadınlardan kaçacaktır. Tabii ki “yutan anne sendromu”na sahip kadınlarla ilişki kurmak zordur, ancak kişi bilinçdışında farkında olmadan kaçıyorsa, partneri sağlıklı olsa dahi bunu fark etmeyip ondan uzaklaşabilir. Bu durum, narsistik kişilik yapılanmasına sahip bireylerde de görülebiliyor. Kaçıngan bağlanma türü de buna bir örnek.

    Peki, bu kişi annesi gibi birine de âşık olabilir mi? Kesinlikle evet! Çünkü eğer yetişkinliğinde “kurban” rolüne girmişse, kendisine annesi gibi davranan kadınları bulacaktır. O hâlde aşk, doğduğumuz eve göre değişiyor mu? Bence evet. Düşünsenize, şu anki ailenizden çok farklı bir ailede büyüseydiniz, yine de partner seçimleriniz aynı olur muydu?

    Freud’a göre, duygularımız doyurulmuyorsa ve bilinçdışında bizi doyuracak birisi karşımıza çıktığında, “Aşık oldum.” diyoruz. Bu teoriye göre aşk, aslında hepimizin bilinçdışında belli. Sadece kişiler değişiyor ve biz aynı aşkı tekrar tekrar yaşıyor gibiyiz.

    Gelişen dünya ile burada ekstra söylemek istediğim şey, bunu değiştirebileceğimiz. Yapılan araştırmalar, bağlanma stilimizi dahi yetişkinlikte değiştirebileceğimizi gösteriyor. Sürekli güvensiz ilişkiler yaşarsak, güvenli bağlanmaya sahip olsak bile şüphelerimiz eskiye göre artar—bu gayet normaldir. O hâlde güvenli ilişkiler yaşarsak, güvensiz bağlanma stilimiz de değişebilir. Tabii ki bilinçdışı süreçleri fark etmek uzun zaman alabilir. Bu noktada profesyonel desteğe ihtiyaç duyabilirsiniz.

    Aşk, bence herkesin yaşaması gereken bir duygu. Bazen tüm duyguları bir arada barındırsa da, sadece üç harfe sığacak kadar da anlamı derin bir şey: “Aşk.”