Kategori: Uzman Görüşleri

  • Sanal mı, Gerçek mi Yaşamak İstersiniz?

    Sanal mı, Gerçek mi Yaşamak İstersiniz?

    13 yaşındaki bir danışanım; ” evde en sevdiğim zaman elektriklerin kesildiği zamandır” demişti. “

    Çünkü bir anda bir mum ışığı yanar ve herkes birbirinin yüzüne o zaman bakar. Küçük bir çocuk gibi hala, korkuyorum, derim babama .Bilirim ki bir tek o zaman açar bana kucağını, annem bir tek o zaman azarlamaz beni”
    Televizyon, bilgisayar, cep telefonu derken bir ekrana bakar oldu herkes. Bu durumdan en çok aile bireyleri etkileniyor elbette. Sosyal paylaşım ihtiyacının, sesli hatta görüntülü sohbetin bir tık mesafede olması, çiftlerin birbirlerine olan ihtiyaçlarını azaltıyor. Bir çok işin internet ağı üzerinden gerçekleştirilebilmesi de eve iş getirilmesine, eşin ve çocukların özel zamanından çalınmasına neden oluyor.
    Sanal seks, cinsel işlev bozukluklarına zemin hazırlıyor
    Bir çok çift yatağa bile yatarken elinde cep telefonu ya da tablet bilgisayarla yatıyor. Teknolojinin yaşam alanlarına bu hızlı girişi ruh, beden , zihin bütünlüğü içinde gerçekleşen, “ haz alınan , haz verilen” bir eylem olan sağlıklı cinselliğin yaşanmasını engelleyip, daha yapay, daha ruhsuz , beklentisi yüksek ve daha bencilce olan sanal seksin tercih edilmesine neden oluyor. Bir süre sonra sanal iletişim ve ilişki biçimi bağımlılığa dönüşüyor. Bu durum da çiftlerin orgazm olamama, ereksiyon problemi ya da erken boşalma gibi cinsel işlev bozuklukları yaşamasına zemin hazırlıyor.
    Sanal Yaşamın Ailenizi Bölmesin! İşte Önerilerim
    1. Eğer ev hanımı iseniz çocuklar okuldayken, eşiniz işte iken internette yapmanız gereken işlemleri yapın, çocuklar gelince kapatın
    2. Evde buluşulan saatlerde sürekli eleştiren, memnuniyetsiz, asık suratlı bir anne- baba olmayın. Aksine daha neşeli, paylaşımcı, sohbet eden, espri yapan , yaratıcı yanınızı ortaya çıkarın
    3. Eğer çalışıyor iseniz, eve iş getirmemeye özen gösterin. Mecbur kalırsanız, herkes yattıktan sonra işlerinizi internette tamamlayın
    4. Home ofis çalışıyorsanız , çalışma saatlerinizi aile düzeninize göre ayarlayıp, herkese eşit zaman ayırmaya gayret gösterin
    5. Siz işten , çocuklarınız okuldan döndükten sonra ortak yaşam alanlarınıza cep telefonlarınızı, bilgisayarlarınızı sokmayın. Mümkün olduğu kadar kapatın, imkansızsa sessize alın.
    6. Hafta sonlarını mutlaka ailece geçirin. Yüz yüze bakacağınız, el ele olacağınız çeşitli aktiviteler planlayın
    7. Çocuklarınızın arkadaşlarıyla oynayabilmesi için ortamlar yaratın, ev dağılır, kirlenir diye korkmayın
    8. Her fırsatta birbirinizin güzel ve güçlü yönlerini takdir edin, onaylayın.” Şımarır” diye sevginizi göstermekten çekinmeyin. Bazen bir sözle, bazen bir davranışla, bazen bir hediye ile ruhlarına dokunun.
    9. Haftada bir gece eşinizle mutlaka dışarı çıkın; flört dönemlerinizde gitmekten hoşlandığınız yerlere gidin, eski arkadaşlarınızla buluşun veya ortak bir hobi edinin
    10. Cinsel istek ve arzularınızı eşinizle konuşmaktan çekinmeyin, haz alıp, haz veren doyumlu bir cinsel birliktelik için birbirinize zaman ayırın.

    Kaynak : Dr. Obengül Ejder

  • Çocuklarda Mizaç: Doğuştan Gelen Bir Harita mı, Şekillenen Bir Yol mu?

    Çocuklarda Mizaç: Doğuştan Gelen Bir Harita mı, Şekillenen Bir Yol mu?

    Her çocuk farklıdır. Kimi çocuk gözlemci ve sakinken kimisi hareketli ve keşfetmeye meyillidir. Bazı bebekler en ufak bir durumda ağlayıp sakinleşmesi zorken, bazıları ise daha kolay sakinleşir ve ortama adapte olur. Peki, bunların hepsi doğuştan gelen bir mizaçtan mı kaynaklanıyor, yoksa anne, baba ve çevrenin tutumuyla mı oluşuyor?

    Mizaç Nedir ve Neden Önemlidir?

    Mizaç, bir çocuğun doğuştan getirdiği bireysel özelliklere denir. Yani, bir çocuğun dünyayı nasıl algıladığı, olaylara nasıl tepki verdiği ve çevresiyle nasıl ilişki kurduğu mizacının temel taşlarını oluşturur.

    Thomas ve Chess’in klasik mizaç kuramına göre çocuklar üç temel mizaç grubuna ayrılabilir:

    • Kolay mizaçlı çocuklar: Düzenli uyku ve beslenme alışkanlıkları olan, yeni durumlara kolayca uyum sağlayan çocuklardır.
    • Zor mizaçlı çocuklar: Değişimlere karşı daha hassas, yoğun tepkiler veren ve uyum sağlaması zaman alan çocuklardır.
    • Yavaş ısınan çocuklar: Yeni durumlara karşı temkinli yaklaşan ancak zamanla alışan çocuklardır.

    Bu özellikler, çocukların ileride stresle başa çıkma mekanizmalarına kadar etki edebilir. Ancak bu, mizacın sonsuza kadar aynı kalacağı anlamına gelmez.

    Mizaç ve Ebeveyn Tutumları

    Bir çocuğun mizacı, anne-babanın tutumları, çevresiyle etkileşimi, arkadaşlarıyla iletişimi, yaşadığı olaylar ve hatta travmalar sonucu dahi değişebilir. Örneğin, hassas ve kırılgan bir yapıya sahip çocuğunuz okulda arkadaşları tarafından hayal kırıklığına uğratıldığında, bir süre sonra kırılgan yapısında değişiklikler gözlemlenebilir. Hassas ve zor bir mizaca sahip bir çocuk, ebeveynleri tarafından anlaşıldığında daha güvenli bağlanabilir ve duygusal olarak dengeli bir birey olabilir. Ancak, duyarlılığı göz ardı edilirse veya sürekli eleştirilirse kaygılı ya da içe kapanık hale gelebilir. Bu nedenle, ebeveyn tutumu oldukça önemlidir.

    • Eğer çekingen bir çocuğa sahipseniz, onu cesaretlendiren ve özgüvenini artıracak deneyimler yaşatmalısınız. Örneğin, oyun oynarken onun oyunu yönetmesine izin verebilir ve size görevler vermesini isteyebilirsiniz. Ayrıca, ev içinde yaşına uygun görevler verip başardıktan sonra onu tebrik etmelisiniz.
    • Eğer hareketli bir çocuğa sahipseniz, ona güvenli alanlar sunarak enerjisini doğru yerde harcamasına yardımcı olmalısınız. Bu tür çocuklar için dışarıda zaman geçirmek önemlidir. Kendi programınıza çocuğunuzu dahil edebilir veya evde daha fiziksel hareketler içeren oyunlar oynayabilirsiniz. Örneğin, evdeki eşyalardan oyun parkuru kurup birlikte oynayabilirsiniz. Eğer çocuk enerjisini atamazsa, bir süre sonra öfkesini gösterebilir veya içe kapanma durumu yaşayabilir. Tabii ki her çocukta sonuç aynı olacak diye bir kural yok, ancak çocuk enerjisini ve duygularını ifade edemediğinde, zamanla farklı problemlerle karşılaşabilirsiniz.

    Sonuç: Çocuğunuzu Tanıyın, Onunla Uyumlanın

    Her çocuk farklıdır. Tıpkı beş kardeşin bile birbiriyle tamamen aynı olmadığı gibi. Kendinizi düşünün; ailenizin aynısı mısınız? Mutlaka farklı yönleriniz vardır. Çocuklar da sizin aynınız değildir. Çok sabırsız bir çocuğunuzu bile gerekli yönlendirmelerle törpüleyebileceğinizi söyleyebilirim.

  • 2035’te Çocukların Yüzde 40’ı Obez Olacak

    2035’te Çocukların Yüzde 40’ı Obez Olacak

    Obezite, tüm dünyada halk sağlığını tehdit eden unsurların en başında gelmektedir ve sıklığı giderek artmaktadır. Türkiye nüfusunun 3’te 1’inin obez olduğunu belirten Prof. Dr. Melih Bulut, obezite konusunda mecliste acil bir eylem planının hazırlanması gerektiğini söyledi.

    Dünya Sağlık Örgütü (WHO), obeziteyi “Sağlığı bozacak ölçüde vücutta anormal veya aşırı yağ birikmesi” olarak tanımlıyor. Obezite, boy ve kiloya dayalı vücut yağı ölçüsünün (vücut kitle indeksi) 30 veya daha yüksek değere sahip olduğu durumlarda ortaya çıkıyor.

    Elips Haber‘de yer alan habere göre, Akıllı telefon, tablet gibi teknolojik cihazların kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte fiziksel aktivitelerin azalması ve beslenme alışkanlıklarının olumsuz yönde değişmesi, öne çıkan sebepler arasında yer alıyor.

    Obezitenin en önemli halk sağlığı sorunu olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Melih Bulut, “Obezite çok kronik, sinsi ve çabuk nükseden bir hastalık. Bütün organları etkiliyor ve 200’e yakın hastalığın doğrudan tetikçisi” dedi.

    Obezitenin 13 kanseri doğrudan etkilediğini belirten Bulut, konuşmasına şöyle devam etti:

    Obezite, kansere yol açmakla kalmıyor, kanser hastalarının yüzde 40’ı obez durumda. Maalesef kanser ve obez kişilerde tedavi daha zor oluyor.

    “Türkiye nüfusunun 3’te 1’i normal kilosunda”

    Türkiye, obezitede Avrupa lideri konumunda, dünyada ise liderliğe oynayan ülkelerden bir tanesiyiz.

    Türkiye nüfusunun 3’te 1’i normal kilosunda, 3’te 1’i şişman ve kalan 3’te 1’i ise obez.

    Günlük yaşantımızda ‘aşırı yememiz’ için mesaj bombardımanı altındayız. Televizyonlarda gizli saklı birçok reklama maruz kalıyoruz.

    “Yalnızca yemek yemek üzerine bir hayat sürer olduk”

    Doğa ile ilişkimizin kopması, şehirleşme gibi faktörler obeziteyi tetikleyen en önemli unsurlardan. Yalnızca yemek yemek üzerine bir hayat sürer olduk.

    Sağlık Bakanlığı tarafından 2019-2023 yılları için yapılmış obezitede eylem planı var ancak oradaki hiçbir madde uygulanmadı, uygulanmış olsaydı lider ülke konumuna gelmezdik.

    Yeni bir eylem planına ihtiyaç var ama ortada herhangi bir çalışma yok.

    Elips Haber‘de yer alan habere göre, Sağlık Bakanlığı, obezite konusunda ne yazık ki aktif değil. Obezitede yalnızca doktor teşhisi yeterli değil. Aile hekimlerinin bu konuda eğitilmesi gerekiyor çünkü aile hekimleri obeziteyi hastalık olarak görmüyor, görse bile diyetisyene yönlendiriyor. Bu konuda çok yönlü çalışmaların yapılması gerekiyor.

    “Türkiye’de gıda terörü var”

    Obezite konusunda Tarım Bakanlığı da etkili rol oynamalı. Türkiye’de gıda terörü var. Birçok katkı maddesi bizi zehirliyor ve bu konuda çalışmaların yapılması lazım.

    Biz; toplumun yüzde 70’ini etkileyen bu halk sağlığı sorunu için mecliste acil bir araştırma komisyonu kurulması gerektiğini söylüyoruz.

    Üzülerek söylemeliyim ki; 2035 yılında Dünya ve Türkiye çocuklarının yüzde 40’ı obez olacak. 2060 yılına gelindiğinde ise toplumun yüzde 80’i obez olacak, insanlık kendi kendini yok ediyor.

    kaynak : Prof. Dr. Melih Bulut

  • Toksik Anne ve Babalar

    Toksik Anne ve Babalar

    Hepimiz anne babalarımızın içimize ektikleri zihinsel ve duygusal tohumlarla büyüyoruz. Sağlıklı ailelerde bu tohumlar; sevgi, saygı, bağımsızlık ile ekilirken, ne yazık ki pek çok ailede korku, suçluluk, baskı ile ekiliyor.
    Bu tohumlar biz büyüdükçe filizleniyor, yetişkin olduğumuzda duygularımızı, davranışlarımızı, dolayısıyla başkaları ile olan ilişkilerimizi etkiliyor.

    Elbette ki mükemmel anne baba olmak imkansız. Birçok anne –babanın bazen öfkesini kontrol edemeyip bağırdığı, bazen aşırı kontrolcü ve müdahaleci davrandığı olmuştur. Ancak çocuklar için asıl önemli olan onların gözlerindeki samimiyet ve gerçek sevgi akışıdır. Çocuklar sevgi, saygı ve güven duydukları anne-babalarını yeri geldiğinde nasıl idare edeceklerini bilirler.
    Ancak bazı çocuklar vardır ki aynı şansa sahip değillerdir. Yıllarca baskı altında kalan, sözel, fiziksel ya da cinsel tacize uğrayan çocuklar, bir süre sonra filizlerinin kırılmasına engel olamazlar, sonunda duygularını toprağın altına yani bilinç altlarına gömmek zorunda kalırlar.

    Aile Terapisi alanında uzun yıllar çalışmış olan Suzan Forward , çocuklarının filizlerini kıran bu tür ebeveynlere Toksik Anne-Babalar diyor. Doğrusu bu benzetme benim de çok hoşuma gitti. Çünkü; bir çocuğun kişilik gelişiminin 7 yaşına kadar şekillendiğini düşünecek olursak, daha gelişim aşmasındaki çocukların tüm hücrelerinin birlikte yaşadıkları anne – babaları tarafından zehirlendiğini ve kişilik gelişimlerinin en temelden sarsıldığını görüyoruz.

    Hangi anne babalar bu toksik etkiyi bırakıyor?

    Yetersiz anne- babalar: Sürekli kendi problemlerine odaklanan, zayıf ve edilgen yapıları ile çocuklarını kendilerine bakmak zorunda bırakarak, birer küçük anne – babaya dönüştürenler

    Kontrolcü anne – babalar : Çocuklarının hayatlarına sürekli yardım bahanesi ile müdahale eden, suçluluk duygusu yaratarak çocuklarını manipülatif davranışlar ile yöneten, bireyselleşmelerine engel olanlar

    Sözel tacizci anne- babalar: Çocuklarını alaycı, iğneleyici ve küçümser yorumlar ile sözleriyle döven, sürekli aşağılayarak demoralize edip, özgüvenlerini çalanlar

    Fiziksel tacizci anne- babalar: Kendi davranışlarından sürekli çocuklarını sorumlu tutan, onları suçlayan , içlerindeki öfkeyle yüzleşmek yerine öfkelerini çocuklarından döverek çıkaranlar.

    Cinsel tacizci anne – babalar : Çocuklarının masumiyetlerinden yararlanarak, gizlice baştan çıkartan, cinsel istismarda bulunan ya da bulunulmasına müsaade eden , telafisi imkansız derin izler bırakanlar.

    Madde bağımlısı – alkolik anne babalar: Gerçeklerden kaçan, düzensiz ruh durumları ile boğuşup zayıf karakterde olan , bağımlılıkları nedeni ile anne- babalık görevlerini yerine getirmeyip, çocuklarının geleceğini karartanlar.

    Kaynak : Dr. Obengül Ejder

  • Doğum Kaygısının Psikolojik Etkileri: Zihnin ve Bedenin Uyumu

    Doğum Kaygısının Psikolojik Etkileri: Zihnin ve Bedenin Uyumu

    Doğum, hayatımızın bir başlangıç noktasıdır. Bu dönüştürücü yolculuk, beraberinde kaygıları da getirebilir. Bazı kadınlar bu anı heyecanla beklerken, bazı kadınlar ise kaygı ve korku ile bekler. Peki, doğum kaygısı neden oluşur ve psikolojik olarak bizi nasıl etkiler?

    1- Doğum Kaygısı Neden Oluşur?

    Doğum kaygısı genellikle bilinmeyene duyulan bir korku ve kontrol kaybı hissinden kaynaklanır. Doğum sürecine karşı duyulan olumsuz deneyimler de anne adaylarının bu korkusunun güçlenmesinde rol oynayabilir.

    • Bilinçdışı Korkular: Çocuklukta duyulan travmatik doğum hikâyeleri sizde izler bırakmış olabilir. Geçmişte annenizin doğum süreci travmatik geçtiyse, bu durumun sizde kaygı yaratması da olasıdır. Doğum kaygısı dışında da kaygılı bir anne adayıysanız, doğumla birlikte belirsizlik süreci zihninizi endişeye sokabilir.

    • Kontrol Kaybı Endişesi: Günümüzde birçok insan hayatını daha planlı yönetmeye alışkındır. Ancak doğum, tam anlamıyla kontrol edilemeyen bir süreçtir. Özellikle mükemmeliyetçi, kontrolü elinde tutmayı seven ve kaygılı bir yapınız varsa, bu dönemde yoğun endişeler duymanız diğer anne adaylarına göre daha yüksek olabilir.

    • Geçmiş Travmalar: Önceden düşük yapmış, sıkıntılı bir doğum dönemi geçirmiş veya doktorunuzla problemler yaşamışsanız, güvensizlikten kaynaklı kaygı problemi de yaşayabilirsiniz.

    2- Doğum Kaygısının Psikolojik ve Fiziksel Etkileri

    • Bedenin Gerilmesi: Kaygı arttıkça vücutta kortizol ve adrenalin hormonları yükselir. Bu durum, kasların gereğinden fazla kasılmasına yol açabilir. Böylece doğum süreci daha zor bir hâl alabilir.

    • Ağrı Algısının Artması: Araştırmalar, kaygılı anne adaylarının ağrıyı daha yoğun hissettiğini göstermektedir.

    • Bilinçdışı Savunmalar: Bazı kadınlar doğum kaygısı nedeniyle bilinçdışı olarak doğumu geciktirebilir. Örneğin, aşırı stres rahmin gevşemesini zorlaştırarak doğum sürecini uzatabilir.

    3- Kaygıyı Azaltmak İçin Neler Yapılabilir?

    • Psikoeğitim: En önemlisi, aslında doğum süreciyle ilgili doğru bilgiler edinmek olacaktır. Kaygı yaşayacağınız anlar hakkında doktorunuzdan bilgi almak, doğru nefes tekniklerini öğrenmek, doğum anında neler yapabileceğinizi bilmek sizi büyük ölçüde rahatlatacaktır.

    • Bilinçdışı Korkularla Çalışmak: Geçmiş deneyimlerinizin doğum kaygısıyla bağlantısı olup olmadığını öğrenmek önemli olabilir. Çünkü bazı kadınların, doğum doktoruyla konuşsalar bile kaygılarının azalmadığı görülmektedir. Bu durum, bilinçdışında doğum, anne olmak veya geçmişte yaşanan olumsuz ebeveyn deneyimlerinden etkilenmiş olabilir.

    • Destek Mekanizmaları: Doğum sürecinde kimlerin yanınızda olacağını ve eşinizle birlikte bu süreçte neler yapabileceğinizi konuşmanız, kaygınızın hafiflemesine neden olabilir.

    Doğumu kaygı ile değil, farkındalık ile karşılamak bu dönemdeki en büyük hedefiniz olsun. Bir parça kaygı duymak çok doğaldır. Ancak kaygınız artık günlük yaşamınızı dahi etkiliyorsa, bu durumda profesyonel bir destek almak sizin ve bebeğinizin süreci daha sağlıklı atlatmasını sağlayacaktır.

  • Aile Yapınız Sağlıklı Mı?

    Aile Yapınız Sağlıklı Mı?

    Çiftlerin gerek evlilik öncesi, gerekse evlilik sonrası yaşadıkları problemleri göz önüne aldığımızda aslında bir çok sorunun sağlıklı bir iletişim ile çözümlenebildiğini görüyoruz. Her ne kadar çiftlerin terapiye başvurduklarında sorunlarının çözülebileceğine olan inançları düşük olsa da seansların sonunda “ Keşke daha önce gelseydik” veya “ keşke sorunumuzun gerçek kaynağını daha önce fark edebilseydik ” dediklerini çok duyuyoruz.

    Aslında kadın – erkek , karı- koca ya da anne baba rolünü herkes kendi anne babasından öğreniyor. Yani kendi aile modeli ne ise, sağlıklı olanın o olduğunu düşünüyor. Örneğin, eşiyle çocuklar yüzünden tartışan bir babanın her tartışmadan sonra eşini dövdüğünü gören çocuk normal olanın o olduğunu zannediyor. Problem böyle çözülür sanıyor. Sağlıklı aile yapısı nasıldır onu bilmiyor.
    Gelin birlikte aile yapınızın sağlıklı olup olmadığına bakalım; eğer bu şıklardan bazılarına olumsuz yanıt veriyorsanız, mutlaka en yakın zamanda bunları fark etmeli ve değiştirmelisiniz.

    Aile Yapınız Sağlıklı mı?
    • Düşünce ve duygularınızı özgürce paylaşabiliyor musunuz?
    • Düşünce ve duygularınızın aile bireyleri tarafından anlaşıldığına inanıyor musunuz?
    • Aile içinde bireysel farklılıklarınızı kabul ediyor, saygı duyuyor musunuz?
    • Birbirinizle ilgileniyor, sevginizi gösteriyor musunuz?
    • Bütün aileyi ilgilendiren konularda iş birliği yapıyor, sorumlulukları paylaşıyor musunuz?
    • Günlük yaşantınızda birbirinizle şakalaşıyor, espri yapabiliyor musunuz?
    • Aile içinde bir sorun yaşadığınızda kişileri değil de yaşanılan problemi merkezi alarak, suçlamak yerine çözüme odaklanıyor musunuz?
    • İçinde yaşadığınız toplumsal değerlere saygı duyuyor, ortak aile değerlerinizi oluşturuyor musunuz?
    • Birbirinizi takdir ediyor , günde en az üç defa olumlu cümleler kuruyor musunuz?
    • Yaşadığınız iyi veya kötü olayları birbirinizle paylaşıyor, korkmadan , çekinmeden anlatabiliyor musunuz?
    • Birbirinizi dinliyor ve yaşanan problemlerden birbirinizi suçlamadan çözümler üretebiliyor musunuz?
    • Haftanın bir günü bile olsa, düzenli bir şekilde bütün aile bireyleri ortak vakit geçiriyor musunuz?

    Kaynak : Dr. Obengül Ejder

  • Anne Olmadan Önce Psikolojik Sağlamlığınız Nasıl Olmalıydı?

    Anne Olmadan Önce Psikolojik Sağlamlığınız Nasıl Olmalıydı?

    Anne olmak, sadece biyolojik bir süreç değil, aynı zamanda psikolojik olarak da büyük bir dönüşümdür. Bu dönüşüm, kişinin geçmiş yaşantıları, içsel dayanıklılığı ve duygusal farkındalığıyla doğrudan ilişkilidir. Annelik süreci çoğu zaman doğumdan sonra ele alınsa da, aslında psikolojik hazırlık çok daha önce başlamalıdır. Peki, anne olmadan önce psikolojik sağlamlığınızı nasıl değerlendirmeliydiniz?

    1. Kimlik ve Kendi Benliğini Tanıma

    Anne olmadan önce de bir kimliğiniz vardı. O süreçlerde nasıl ilerliyordunuz? Herhangi bir zor olayla karşılaştığınızda tepkileriniz, hisleriniz, düşünceleriniz ve aldığınız aksiyonlar nelerdi? Aslında burada önemli olan vereceğiniz cevaplar, çünkü bazen anne olmadan önce bir kimliğinizin olduğunu dahi fark etmeyebilirsiniz. Yeteneklerinizi keşfedememiş, potansiyelinizi ortaya çıkaramamış olabilirsiniz.

    Anneliğin dışında kimim?

    • Hayatımda beni ben yapan değerler neler?

    • Annelik, diğer kimliklerimle nasıl dengede olacak?

    Bu sorulara vereceğiniz yanıtlar, annelik sürecinde kendinizi kaybetmemeniz için önemli bir farkındalık yaratacaktır.

    2. Kendi Çocukluk Deneyimlerinizle Yüzleşmek

    Psikodinamik bakış açısına göre, anne-babamızla olan ilişkimiz, ebeveynlik stilimizi doğrudan etkiler. Çocuklukta yaşadığımız travmalar, eksiklikler veya fazla korumacı yaklaşımlar bilinçdışında yer eder ve farkında olmadan kendi ebeveynlik tarzımıza yansıyabilir.

    Örneğin, çocukken yeterince ilgi görmemiş biri, çocuğuna fazla bağımlı olabilir. Ya da tam tersi, aşırı kontrol altında büyümüş bir birey, çocuğuna fazla özgürlük tanıyarak kendi çocukluğunun telafisini yapmaya çalışabilir. Ancak sağlıklı bir ebeveynlik, kendi çocukluğumuzdan gelen eksik yanları bilinçdışında taşımadan, farkındalıkla hareket etmeyi gerektirir.

    Bu yüzden anne olmadan önce şu soruları kendinize sormalısınız:

    • Kendi anne-babamla ilişkim nasıldı?

    • Onlardan aldığım hangi özellikleri kendi çocuğuma taşımak istiyorum?

    • Hangi davranışları bilinçli olarak değiştirmem gerekiyor?

    Bu sorular üzerinde düşünmek ve gerekiyorsa bir uzman desteği almak, geçmişten gelen bilinçdışı kalıplarla yüzleşmenize yardımcı olacaktır.

    3. Duygusal Dayanıklılık ve Stres Yönetimi

    Çocukla birlikte belki de sizi en çok zorlayan kısım burası olacaktır. Uykusuz geceler, çocuğun gelişim sürecindeki zorluklar, annenin kendi bedenindeki değişimler… Bunlar, hem fiziksel hem de psikolojik olarak yıpratıcı olabilir. Kaygıya yatkınsanız, çocuğunuzun sağlığıyla ilgili aşırı endişelenebilir, mükemmel anne olma baskısı hissedebilirsiniz. Eğer duygularınızı sağlıklı bir şekilde yönetemiyorsanız, bebeğinizin duygu dünyasını da yönetmekte zorlanabilirsiniz.

    Anne olmadan önce kendinize şu soruları sormalısınız:

    • Stresle nasıl başa çıkıyorum?

    • Kaygılarımı nasıl yönetiyorum?

    • Duygularımı bastırmak yerine sağlıklı bir şekilde nasıl ifade edebilirim?

    Annelik Öncesinde Güçlü Bir Zihin, Güçlü Bir Gelecek

    Anne olmadan önce psikolojik sağlamlığınızı güçlendirirseniz, anne olduktan sonra yalnızca siz değil, çocuğunuz da doğrudan etkilenir. Kendi kimliğinizi tanımak, çocukluk deneyimlerinizle yüzleşmek, stres yönetimi konusunda farkındalık kazanmak ve destek mekanizmalarınızı oluşturmak, anneliğe bilinçli bir başlangıç yapmanızı sağlar.

  • Makyajın Gücü: İletişim Aracı Olarak Güzellik

    Makyajın Gücü: İletişim Aracı Olarak Güzellik

    Son dönemde popülerleşen Turkish Delight makyaj stili, sadece estetik bir tercihten öteye geçiyor. Bu renkli ve cesur stil, kadınların toplumsal hayatta kendilerini ifade etme biçimlerinin bir yansımasıdır. Makyaj, yalnızca dış görünüşü güzelleştirmek için değil, bireylerin toplumsal duruşlarını, kimliklerini ve değerlerini iletmek için kullanılan güçlü bir iletişim aracına dönüşmüştür.

    Renklerin Gücü

    Turkish Delight stilindeki canlı renkler, kadınların içsel güçlerini ve özgüvenlerini dışarıya yansıtmalarının bir yolu olabilir. Örneğin, parlak pembe, özgüven ve feminenliği simgelerken, kırmızı ve turuncu gibi enerjik renkler toplumsal normlara karşı bir duruş ve güç gösterisi olarak kabul edilebilir. Bu renkler, toplumsal cinsiyet normlarına ve güzellik anlayışlarına karşı bir başkaldırı olabilir ya da bireylerin kendilerini daha güçlü, daha cesur hissetmelerini sağlayan bir araçtır. Dolayısıyla makyajda kendinizi, cildinizi ve alt tonunuzu keşfettikçe kullanacağınız renkleri belirleyip makyajın gücünü keşfetmiş olursunuz. Özel makyaj eğitimleri burada kolaylaştırıcı ve yol göstericidir.

    Makyaj ve Kimlik İnşası

    Makyaj, kadınlar için kimlik oluşturmanın ve toplumsal hayatta kendilerini ifade etmenin bir yoludur. Turkish Delight stili, yalnızca güzellik anlayışını değil, aynı zamanda güçlü bir kimlik inşasını da simgeler. Kadınlar, makyajla sadece dış görünüşlerini değil, içsel güçlerini ve toplumsal rollerini de ifade ederler. Makyaj, adeta bir “görünüşle konuşma” biçimidir; kadınlar bu stil aracılığıyla kimliklerini ve değerlerini dışa vururlar. Bu durum, özellikle sosyal medya gibi platformlarda kendini daha fazla ifade etme arzusunu yansıtır.

    Toplumsal İletişim ve Makyaj

    Toplumda güzellik anlayışları değiştikçe, makyaj da bu değişimin bir parçası haline gelir. Turkish Delight gibi renkli ve cesur bir stil, kadınların toplumsal normlara karşı duruşlarını ve kendilerini nasıl görmek istediklerini yansıtır. Makyaj, yalnızca bir estetik seçim olmaktan çıkar, aynı zamanda bir mesaj verme aracına dönüşür. Bu stil, kadınların kendilerini toplumsal alanda daha güçlü, özgür ve bağımsız hissetmelerini sağlar. Makyajla “sessizce” verilen bu mesajlar, toplumsal değişim ve bireysel özgürlük taleplerini içerebilir.

    Sosyal Medyanın Etkisi: Yeni Bir İletişim Dili

    Sosyal medya, kadınların kendilerini daha fazla ifade etmelerine, görünür olmalarına ve özgürleşmelerine olanak tanıyan güçlü bir mecra haline gelmiştir. Turkish Delight makyajı gibi stiller, sosyal medyada kişisel bir imaj yaratma aracı olarak sıklıkla kullanılıyor. Sosyal medya, estetikten daha fazlasını ifade eden bir alan haline gelmişken, makyaj da burada bir iletişim dili olarak ortaya çıkıyor. Kadınlar, makyajla sadece dış görünüşlerini değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel kimliklerini de şekillendiriyorlar.

    Güzellik Endüstrisinin Evrimi: Kadınların Güçlenmesi

    Günümüzde güzellik endüstrisi, sadece estetik bir hedef değil, aynı zamanda kadınların güç kazanmasını sağlayan bir araç olarak evriliyor. Makyaj, bir görünüş değiştirme aracı olmanın ötesinde, bireylerin içsel güçlerini dışa vurduğu, toplumsal normları sorguladığı bir mecra haline gelmiş durumda. Turkish Delight gibi makyaj stilleri, kadınların kendilerini özgürce ifade etme ve toplumsal yerlerini yeniden tanımlama yollarıdır.

  • Çocuklar Depresyona Girebilir Mi?

    Çocuklar Depresyona Girebilir Mi?

    Son bir aydır 9 yaşındaki kızlarının karın ağrısı, baş ağrısı şikayetleri ile okula gitmek istememe, gerekli gereksiz her şeye  ağlama, kendi yatağında yatmak istememe gibi davranış değişiklikleri üzerine çocuk hekimine başvuran aileye ; yapılan muayene ve tıbbi tahlillerin normal olduğu, çocuğun şikayetlerinin psikolojik olabileceğini söylenmişti.

    Aileyle  yaptığımız görüşmelerde daha ayrıntılı öykü aldığımızda yemek yeme probleminin de olduğunu, hatta son iki haftadır geceleri alt ıslattığını öğreniyoruz.

    Annesi : kızım  “ okulda arkadaşlarım beni sevmiyor, kimse benimle oyun oynamak istemiyor, ben evde seninle kalmak istiyorum diyerek her sabah ağlıyor “ diyordu.

    Öğretmenden alınan bilgi de ise ; ”okulda arkadaşlarıyla asıl kendisi oynamak istemiyor, derslerde dalgın, son birkaç aydır daha içine kapandı, dersleri dinlemiyor” artık demişti.

    Çocuklar ailelerinin aynasıdır

    Ailede yaşanılan sıkıntılar, tartışmalar , fiziksel veya ruhsal hastalıklar, boşanma aşamasına gelen evlilik problemleri sağlıklı çözümlenemediğinde çocuklara yansır.

    Depresyon aile içinde yayılma özelliği olan bir hastalıktır. Bu nedenle evde yaşayan aile bireylerinin de mutlaka gözden geçirilmesi gerekmektedir.  Çünkü bazen depresyonda olan ebeveyn her şeyi olumsuz görme nedeni ile çocuğun sorunlarını büyütebilir veya kendi problemleri ile o kadar ilgilidir ki çocuğunun yaşadığı sorunları fark edemeyebilir .

    Bu örneğimizde de anne baba arasında süregelen tartışmalar, babanın evi terk etmesi, annenin çalıştığı kurumdaki maddi ve yönetimsel sorunları nedeni ile evde yaşanılan kaos, çocuğun  fiziksel ihtiyaçlarının fazlasıyla karşılanırken, duygusal ihtiyaçlarının görmezden gelinmesi , tıpkı depresyonda olan annesi gibi çocuğun da depresyona girmesine neden olmuştu.

    Çocukluk çağı depresyonu mutlaka tedavi edilmelidir

    • Eğer ailede depresyonda olan başka bir birey varsa ve tedavi olmamışsa , mutlaka o birey de tedavi edilmelidir.
    • 7 yaş altındaki çocukların depresyon tedavisinde öncelikle oyun terapisi yer almaktadır.
    • Okul çağı veya ergenlik dönemindeki çocukların depresyon tedavisinde ise , psikoterapinin yanı sıra ilaç tedavisi kullanılmaktadır.
    • Eğer “küçücük çocuk ilaç mı kullanırmış” gibi bir düşünce ile tedavi geciktirilir ise  problem daha da derinleşebilir.

    Kaynak : Dr. Obengül Ejder

  • Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramı: İlk Altı Yıl Neden Bu Kadar Önemli?

    Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramı: İlk Altı Yıl Neden Bu Kadar Önemli?

    Önceki yazılarda, Erikson’un psikososyal gelişim kuramının temelini ve ilk üç aşamanın (Güven, Özerklik ve Girişkenlik) çocuk gelişimi üzerindeki etkilerini ele almıştık. Teori, gelişimin yaşam boyu devam ettiğini vurgulasa da, sekiz aşamadan üçünün ilk altı yılda gerçekleşmesi erken çocukluğun kritik önemini gözler önüne sermektedir.

    Bu süreç, çocuğun özsaygısının, bağımsızlığının ve ilişkilerinin temelini oluşturur. Eğer çocuklar bu yıllarda güven, bağımsızlık ve girişkenlik duygularını geliştirirse, ilerleyen yaşlarda karşılaşacakları zorlukları daha güçlü bir şekilde aşmaya hazır hale gelirler (Bowlby, 1969; Deci & Ryan, 2000).

    İlk Altı Yıl Neden Bu Kadar Önemli?

    1. Bu Dönem, Gelecekteki Gelişimin Temelini Atar

    İlk üç aşama—Güven, Özerklik ve Girişkenlik—çocuğun özsaygısını, dayanıklılığını ve özgüvenini şekillendirir. Güvende, bağımsız ve cesaretlendirilmiş hisseden bir çocuk, ilerleyen aşamalarda daha başarılı olma eğilimindedir.

    2. Beyin Gelişimi Bu Süreçte Hızlı İlerler

    Altı yaşına kadar beynin %90’ı gelişimini tamamlamış olur. Bu dönemde yaşanan olumlu deneyimler, çocuğun bilişsel yeteneklerini, duygusal zekâsını ve sosyal becerilerini şekillendirir (Ginsburg, 2007).

    3. Erken Bağlanma, Gelecekteki İlişkileri Etkiler

    Çocuklukta güven ve bağımsızlık duygusunu geliştiren bireyler, yetişkinliklerinde sağlıklı arkadaşlıklar ve romantik ilişkiler kurmaya daha yatkındır (Hazan & Shaver, 1987).

    Sizler Erken Gelişimi Nasıl Destekleyebilirsiniz?

    Bebeğinizin ihtiyaçlarına tutarlı, duyarlı ve sevgi dolu bir şekilde yanıt verin.

    Bağımsızlığı teşvik edin, çocuğunuzun kendini keşfetmesine fırsat tanıyın.

    Yaratıcı oyun ve keşif için ortam sağlayarak özgüven gelişimini destekleyin.

    Olumlu pekiştirme kullanarak cesaretlendirin, aşırı eleştiriden kaçının.

    Güvenli ve tahmin edilebilir bir çevre oluşturun—çocukların güvende hissetmesini sağlayın.

    Erikson’un erken dönem aşamalarını anlamak, ebeveynlerin sevgi dolu ve destekleyici bir ortam yaratmalarına yardımcı olabilir. Bu sayede çocuklar özgüvenli, bağımsız ve duygusal olarak dayanıklı bireyler olarak büyüyerek yaşam boyu sürecek bir başarıya adım atabilirler.

    Sizce erken çocukluk dönemindeki bu aşamalar çocuğunuzun gelişiminde nasıl bir rol oynuyor? Çocuğunuzun güven, bağımsızlığı ve girişkenliği nasıl şekilleniyor? 

    Kaynakça

    • Bowlby, J. (1969). Attachment and loss: Vol. 1. Attachment. Basic Books.

    • Deci, E. L., & Ryan, R. M. (2000). The “what” and “why” of goal pursuits: Human needs and the self-determination of behavior. Psychological Inquiry, 11(4), 227-268. https://doi.org/10.1207/S15327965PLI1104_01

    • Ginsburg, K. R. (2007). The importance of play in promoting healthy child development and maintaining strong parent-child bonds. Pediatrics, 119(1), 182-191. https://doi.org/10.1542/peds.2006-2697

    • Hazan, C., & Shaver, P. (1987). Romantic love conceptualized as an attachment process. Journal of Personality and Social Psychology, 52(3), 511-524. https://doi.org/10.1037/0022-3514.52.3.511