Yazar: Sena Bilgiç

  • Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramı: İlk Altı Yıl Neden Bu Kadar Önemli?

    Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramı: İlk Altı Yıl Neden Bu Kadar Önemli?

    Önceki yazılarda, Erikson’un psikososyal gelişim kuramının temelini ve ilk üç aşamanın (Güven, Özerklik ve Girişkenlik) çocuk gelişimi üzerindeki etkilerini ele almıştık. Teori, gelişimin yaşam boyu devam ettiğini vurgulasa da, sekiz aşamadan üçünün ilk altı yılda gerçekleşmesi erken çocukluğun kritik önemini gözler önüne sermektedir.

    Bu süreç, çocuğun özsaygısının, bağımsızlığının ve ilişkilerinin temelini oluşturur. Eğer çocuklar bu yıllarda güven, bağımsızlık ve girişkenlik duygularını geliştirirse, ilerleyen yaşlarda karşılaşacakları zorlukları daha güçlü bir şekilde aşmaya hazır hale gelirler (Bowlby, 1969; Deci & Ryan, 2000).

    İlk Altı Yıl Neden Bu Kadar Önemli?

    1. Bu Dönem, Gelecekteki Gelişimin Temelini Atar

    İlk üç aşama—Güven, Özerklik ve Girişkenlik—çocuğun özsaygısını, dayanıklılığını ve özgüvenini şekillendirir. Güvende, bağımsız ve cesaretlendirilmiş hisseden bir çocuk, ilerleyen aşamalarda daha başarılı olma eğilimindedir.

    2. Beyin Gelişimi Bu Süreçte Hızlı İlerler

    Altı yaşına kadar beynin %90’ı gelişimini tamamlamış olur. Bu dönemde yaşanan olumlu deneyimler, çocuğun bilişsel yeteneklerini, duygusal zekâsını ve sosyal becerilerini şekillendirir (Ginsburg, 2007).

    3. Erken Bağlanma, Gelecekteki İlişkileri Etkiler

    Çocuklukta güven ve bağımsızlık duygusunu geliştiren bireyler, yetişkinliklerinde sağlıklı arkadaşlıklar ve romantik ilişkiler kurmaya daha yatkındır (Hazan & Shaver, 1987).

    Sizler Erken Gelişimi Nasıl Destekleyebilirsiniz?

    Bebeğinizin ihtiyaçlarına tutarlı, duyarlı ve sevgi dolu bir şekilde yanıt verin.

    Bağımsızlığı teşvik edin, çocuğunuzun kendini keşfetmesine fırsat tanıyın.

    Yaratıcı oyun ve keşif için ortam sağlayarak özgüven gelişimini destekleyin.

    Olumlu pekiştirme kullanarak cesaretlendirin, aşırı eleştiriden kaçının.

    Güvenli ve tahmin edilebilir bir çevre oluşturun—çocukların güvende hissetmesini sağlayın.

    Erikson’un erken dönem aşamalarını anlamak, ebeveynlerin sevgi dolu ve destekleyici bir ortam yaratmalarına yardımcı olabilir. Bu sayede çocuklar özgüvenli, bağımsız ve duygusal olarak dayanıklı bireyler olarak büyüyerek yaşam boyu sürecek bir başarıya adım atabilirler.

    Sizce erken çocukluk dönemindeki bu aşamalar çocuğunuzun gelişiminde nasıl bir rol oynuyor? Çocuğunuzun güven, bağımsızlığı ve girişkenliği nasıl şekilleniyor? 

    Kaynakça

    • Bowlby, J. (1969). Attachment and loss: Vol. 1. Attachment. Basic Books.

    • Deci, E. L., & Ryan, R. M. (2000). The “what” and “why” of goal pursuits: Human needs and the self-determination of behavior. Psychological Inquiry, 11(4), 227-268. https://doi.org/10.1207/S15327965PLI1104_01

    • Ginsburg, K. R. (2007). The importance of play in promoting healthy child development and maintaining strong parent-child bonds. Pediatrics, 119(1), 182-191. https://doi.org/10.1542/peds.2006-2697

    • Hazan, C., & Shaver, P. (1987). Romantic love conceptualized as an attachment process. Journal of Personality and Social Psychology, 52(3), 511-524. https://doi.org/10.1037/0022-3514.52.3.511

  • Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramı: Yaşam Boyu Büyüme ve Kimlik Yolculuğu 2

    Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramı: Yaşam Boyu Büyüme ve Kimlik Yolculuğu 2

    4. Başarı vs. Aşağılık Duygusu (Orta Çocukluk: 6-12 Yaş) → Yetkinlik

    Temel Soru: “İyi bir şeyler yapabilir miyim?”

    • Çocuklar akademik başarı, spor, sanat ve sosyal etkileşimler aracılığıyla kendilerini değerlendirirler. Bu dönemde başarı duygusu, çocuğun öz güvenini ve yetkinlik hissini artırır.

    • Eğer çocuk sürekli başarısızlık hisseder, fazla eleştirilir veya yeterince desteklenmezse, yetersizlik ve aşağılık duygusu geliştirebilir (Erikson, 1963).

    Ebeveynler Ne Yapabilir?

    ✔ Çocuğunuzun çabasına ve ilerlemesine odaklanarak motive edin.

    Büyüme zihniyetini teşvik edin—hataların öğrenmenin bir parçası olduğunu öğretin.

    ✔ Çocuğunuzu başka çocuklarla kıyaslamak yerine, onun bireysel gelişimine odaklanın.

    Araştırma Bulgusu:

    Carol Dweck’in (2006) araştırmaları, büyüme zihniyetine sahip çocukların daha fazla akademik başarı ve motivasyon gösterdiğini ortaya koymuştur. Çocuklara “Sen zekisin” yerine, “Çok çabaladın, harika bir iş çıkardın” demek, onları daha dirençli hale getirir.

    5. Kimlik vs. Rol Karmaşası (Ergenlik: 12-18 Yaş) → Sadakat

    Temel Soru: “Ben kimim?”

    • Ergenler, kişisel kimliklerini oluşturmak için kendilerini keşfetmeye başlarlar. Değerleri, inançları ve ilgi alanlarını belirleyen bireyler, kendilerine güvenen ve tutarlı bir kimlik geliştiren yetişkinler haline gelirler.

    • Eğer birey kimliği konusunda belirsizlik yaşarsa veya sürekli başkalarının beklentilerine göre hareket ederse, kimlik karmaşası yaşayabilir (Marcia, 1966).

    Ebeveynler Ne Yapabilir?

    ✔ Ergenin farklı kimlikleri keşfetmesine izin verin—hobileri, ilgi alanları ve inançlarını şekillendirmesi için özgürlük tanıyın.

    Açık iletişim kurun, yargılamadan dinleyin ve destekleyici olun.

    Kendi kimliğini oluşturması için fırsatlar verin, ancak aşırı baskı yapmayın.

    Araştırma Bulgusu:

    Araştırmalar, kimlik keşfinin benlik saygısı ve psikolojik iyi oluş ile doğrudan ilişkili olduğunu göstermektedir (Kroger, 2007). Kimliğini sağlıklı bir şekilde oluşturan bireyler, gelecekte daha mutlu, kararlı ve başarılı olma eğilimindedir.

    6. Yakınlık vs. Yalnızlık (Genç Yetişkinlik: 18-40 Yaş) → Sevgi

    Temel Soru: “Yakın ilişkiler kurabilir miyim?”

    • Genç yetişkinlik döneminde bireyler, derin, anlamlı ilişkiler (romantik veya arkadaşlık ilişkileri) kurarak sevgi ve aidiyet duygusu geliştirirler.

    • Eğer birey yakın ilişkiler kurmakta zorlanırsa, duygusal izolasyon yaşayabilir ve yalnızlık hissedebilir (Erikson, 1982).

    Ebeveynler ve Genç Yetişkinler Ne Yapabilir?

    Duygusal bağ kurmayı öğrenmek için iletişim becerilerinizi geliştirin.

    Güvenli bağlanma stillerini öğrenin ve sağlıklı ilişkiler geliştirmek için kendinizi tanıyın.

    Arkadaşlıkları ve romantik ilişkileri derinleştirecek deneyimlere açık olun.

    Araştırma Bulgusu:

    Hazan & Shaver (1987), güvenli bağlanan bireylerin, yetişkinlikte daha tatmin edici romantik ilişkilere sahip olduğunu ve daha az yalnızlık yaşadığını ortaya koymuştur.

    7. Üretkenlik vs. Durgunluk (Orta Yetişkinlik: 40-65 Yaş) → Özen

    Temel Soru: “Dünyaya katkı sağlayabilir miyim?”

    • Orta yaşlardaki bireyler, iş, aile ve toplum hizmetleri yoluyla bir şeyler başarmak ve dünyaya katkı sağlamak isterler. Üretkenlik hissi, kişinin hayatına anlam katar.

    •Eğer birey kendini üretken hissetmiyorsa veya topluma katkı sağlayamıyorsa, durgunluk ve tatminsizlik hissi yaşayabilir (McAdams, 2001).

    Araştırma Bulgusu:

    Araştırmalar, mentorluk yapmanın ve gönüllü çalışmaların, orta yaşlardaki bireylerde psikolojik iyi oluşu artırdığını ve yaşam tatminini yükselttiğini göstermektedir (Vaillant, 2002).

    Ebeveynler ve Yetişkinler İçin Öneriler:

    Genç bireylere rehberlik ederek bilgi ve deneyimlerinizi paylaşın.

    Toplumsal projelerde yer alarak kendinizi daha üretken hissedin.

    Aile içindeki sorumluluklarınızı anlamlı hale getirin (çocuklarınıza, eşinize veya toplumunuza katkı sağlamak gibi).

    8. Bütünlük vs. Umutsuzluk (Geç Yetişkinlik: 65+ Yaş) → Bilgelik

    Temel Soru: “Hayatım anlamlı mıydı?”

    • Yaşamın son yıllarında bireyler, geçmişlerine bakarak yaşamlarının anlamlı ve dolu dolu geçtiğini hissederse, içsel bir bütünlük ve huzur geliştirirler.

    Olumsuz Sonuç: Eğer birey geçmişine baktığında pişmanlık ve hayal kırıklığı hissediyorsa, bu durum umutsuzluk ve depresyona yol açabilir (Erikson, 1997).

    Araştırma Bulgusu:

    Yaşam inceleme terapisine katılan yaşlı bireylerin, hayat memnuniyeti seviyelerinin daha yüksek olduğu ve depresyon belirtilerinin azaldığı bulunmuştur (Butler, 2002).

    Geç Yetişkinlikte Ruhsal İyi Oluş İçin Öneriler:

    Yaşamınızı gözden geçirerek olumlu anılarınıza odaklanın.

    Genç nesillere deneyimlerinizi aktarmak için zaman ayırın.

    Sosyal bağlantılarınızı sürdürerek yalnızlık hissini önleyin.

    Hayatınızın şu an hangi aşamasında olduğunuzu düşünüyorsunuz? Siz veya çocuğunuz şu anda bu aşamalardan birini deneyimliyor musunuz?

    Kaynakça

    • Butler, R. N. (2002). The life review: An interpretation of reminiscence in the aged. Psychiatry, 26(1), 65-76.

    • Dweck, C. S. (2006). Mindset: The new psychology of success. Random House.

    • Erikson, E. H. (1963). Childhood and society. Norton.

    • Erikson, E. H. (1982). The life cycle completed: A review. Norton.

    • Erikson, E. H. (1997). The life cycle completed (Extended version). Norton.

    • Hazan, C., & Shaver, P. R. (1987). Romantic love conceptualized as an attachment process. Journal of Personality and Social Psychology, 52(3), 511-524. https://doi.org/10.1037/0022-3514.52.3.511

    • Kroger, J. (2007). Identity development: Adolescence through adulthood. Sage Publications.

    • Marcia, J. E. (1966). Development and validation of ego-identity status. Journal of Personality and Social Psychology, 3(5), 551-558. https://doi.org/10.1037/h0023281

    • McAdams, D. P. (2001). Generativity in midlife. In M. E. Lachman (Ed.), Handbook of midlife development (pp. 395-443). Wiley.

    • Vaillant, G. E. (2002). Aging well: Surprising guideposts to a happier life from the landmark Harvard study of adult development. Little, Brown, and Company.

  • Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramı: Yaşam Boyu Büyüme ve Kimlik Yolculuğu 1

    Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramı: Yaşam Boyu Büyüme ve Kimlik Yolculuğu 1

    Gelişim, hayat boyu süren bir süreçtir ve deneyimlerimiz, ilişkilerimiz ve karşılaştığımız zorluklar tarafından şekillenir. Erik Erikson’un psikososyal gelişim kuramı, insanın yaşam boyu nasıl geliştiğini anlamamıza yardımcı olan en kapsamlı çerçevelerden biridir. Freud’un psikoseksüel gelişime odaklandığı yaklaşımından farklı olarak, Erikson bireylerin hayatlarının farklı dönemlerinde karşılaştıkları sosyal ve psikolojik zorluklara vurgu yapmıştır (Erikson, 1950).

    Erikson’un modelinde yer alan sekiz aşamanın her biri, bireyin sağlam bir benlik algısı ve iyi oluş hali geliştirmesi için çözmesi gereken bir psikososyal çatışmayı içerir. Bu aşamalar başarıyla tamamlandığında birey, güçlü ve dengeli bir kişilik geliştirir. Ancak bu çatışmalar çözülemediğinde, ilerleyen yaşlarda psikolojik ve sosyal sorunlara yol açabilir.

    Gelin Psikososyal Gelişimin 8 aşamasını beraber inceleyim.

    1. Güven vs. Güvensizlik (Bebeklik: 0-1 yaş) → Umut

    Temel Soru: “Dünyaya güvenebilir miyim?”

    • Eğer ebeveynler bebeğin temel ihtiyaçlarına tutarlı ve duyarlı bir şekilde yanıt verirse, çocuk dünyaya güvenmeyi öğrenir.

    • Eğer bakım düzensiz, tutarsız veya ihmal edici olursa, çocuk güvensizlik ve korku geliştirir, ilerleyen yaşlarda ilişkilerde zorluk yaşayabilir.

    Ebeveynler Ne Yapabilir?

    Bebeğin ihtiyaçlarına hızlı ve duyarlı bir şekilde yanıt verin.

    Bebeği sık sık kucaklayın, konuşun ve sevgi gösterin.

    Düzenli bir beslenme, uyku ve oyun rutini oluşturarak güven duygusunu pekiştirin.

    Araştırma Bulgusu:

    Güvenli bağlanan bebeklerin, ilerleyen yaşlarda daha duygusal olarak dayanıklı, sosyal ve kendine güvenen bireyler olduğu görülmüştür (Ainsworth & Bowlby, 1991).

    2. Bağımsızlık vs. Utanç ve Şüphe (Erken Çocukluk: 1-3 yaş) → İrade

    Temel Soru: “Kendi başıma bir şeyler yapabilir miyim?”

    • Eğer çocuk kendi kararlarını vermesi için desteklenirse, özgüven kazanır.

    • Eğer ebeveynler fazla kontrolcü veya eleştirel olursa, çocuk kendinden şüphe etmeye ve başarısızlıktan korkmaya başlar.

    Ebeveynler Ne Yapabilir?

    ✔ Çocuğunuza küçük kararlar vermesi için fırsatlar sunun (örneğin, hangi kıyafeti giymek istediği gibi).

    Olumlu ve cesaretlendirici bir dil kullanın (“Bunu denemek harika bir fikir!” gibi).

    ✔ Fazla müdahaleci olmaktan kaçının; çocuğunuzun kendi başına denemesine izin verin.

    Araştırma Bulgusu:

    Bağımsızlığa teşvik edilen çocukların ilerleyen yıllarda daha yüksek özsaygıya ve daha iyi karar verme becerilerine sahip olduğu bulunmuştur (Deci & Ryan, 2000).

    3. Girişkenlik vs. Suçluluk (Okul Öncesi Dönemi: 3-6 yaş) → Amaç

    Temel Soru: “Bir şeyleri kendi başıma yapabilir miyim?”

    • Çocuklar soru sormaya, hayal kurmaya ve liderlik etmeye başlar. Eğer ebeveynler bu girişimleri desteklerse, çocuklar kendilerine güvenen, yaratıcı ve lider ruhlu bireyler haline gelirler.

    •Eğer ebeveynler çok eleştirel veya engelleyici olursa, çocuklar suçluluk hisseder ve girişkenlikten kaçınır.

    Ebeveynler Ne Yapabilir?

    Yaratıcı oyunları ve keşfetmeyi teşvik edin.

    ✔ Çocuğunuza küçük kararlar alması için alan tanıyın.

    Sonuca değil, çabanın kendisine odaklanarak övgüde bulunun (“Çok çalıştın, harika!”).

    Araştırma Bulgusu:

    Oyun temelli öğrenmenin, bilişsel ve problem çözme becerilerini geliştirdiği bulunmuştur (Ginsburg, 2007).

    Kaynakça

    • Ainsworth, M. D. S., & Bowlby, J. (1991). An ethological approach to personality development. American Psychologist, 46(4), 333-341. https://doi.org/10.1037/0003-066X.46.4.333

    • Deci, E. L., & Ryan, R. M. (2000). The “what” and “why” of goal pursuits: Human needs and the self-determination of behavior. Psychological Inquiry, 11(4), 227-268. https://doi.org/10.1207/S15327965PLI1104_01

    • Erikson, E. H. (1950). Childhood and society. W. W. Norton & Company.

    • Ginsburg, K. R. (2007). The importance of play in promoting healthy child development and maintaining strong parent-child bonds. Pediatrics, 119(1), 182-191. https://doi.org/10.1542/peds.2006-2697

  • Anne Sütü Bebeğin Gelişimini Nasıl Şekillendiriyor? Bilim Ne Diyor?

    Anne Sütü Bebeğin Gelişimini Nasıl Şekillendiriyor? Bilim Ne Diyor?

    Anne sütü, bebeğinizin sağlığı için yapabileceğiniz en önemli yatırımlardan biri. Emzirme yalnızca beslenme ve bağışıklık sistemi için değil, aynı zamanda bilişsel gelişim, obezite ve tip-2 diyabet riski üzerinde de uzun vadeli etkiler yaratıyor.

    Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yayımlanan 14 farklı çalışmanın incelendiği kapsamlı bir meta-analiz, emzirmenin çocukların bilişsel gelişimi, metabolik sağlığı ve genel iyi oluşu üzerindeki etkilerini ortaya koydu. Sonuçlar oldukça cesaret verici!

    Emzirme Bebeğinizin Zekasını Nasıl Etkiliyor?

    Bu analizde, emzirilen bebeklerin zeka testi (IQ) puanlarının ortalama 3.45 puan daha yüksek olduğu bulundu. Başka bir deyişle, emzirme bebeğinizin öğrenme ve problem çözme yeteneklerini geliştirmesine katkıda bulunabilir.

    • Anne sütü ile beslenen çocuklar, beslenmeyenlere göre 1-9 yaş aralığında ortalama 4.74 puan daha yüksek zeka testi skoruna sahipti.
    • 10-19 yaş aralığında ise bu fark 2.50 puana düştü. Yani, emzirmenin bilişsel gelişime etkisi erken yaşlarda daha belirgin!

    Daha uzun süre emzirilen bebeklerde bu fark 3.52 puana kadar çıkıyor. Yani, emzirme süresi ne kadar uzunsa, bebeğin beyin gelişimi üzerinde etkisi de o kadar güçlü!

    Bu sonuçlar, emzirmenin yalnızca fiziksel sağlık açısından değil, aynı zamanda bebeğin gelecekteki akademik başarısı ve zihinsel kapasitesi için de önemli olduğunu ortaya koyuyor.

    Emzirme ve Metabolik Sağlık: Diyabet ve Obeziteye Karşı Koruma

    Emzirme yalnızca bebeğin zihinsel gelişimini değil, uzun vadeli metabolik sağlığını da destekleyebilir. Meta-analiz sonuçları, emzirmenin tip-2 diyabet ve aşırı kilo/obezite risklerini azaltabileceğini gösterdi.

    Tip-2 Diyabet:

    • Emzirmenin, tip-2 diyabet riskini %34 oranında azalttığı bulundu (OR: 0.66, 95% GA: 0.49-0.89).

    • Ancak, bu konuda yapılan yüksek kaliteli çalışmalar çelişkili sonuçlar verdiği için, daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.

    Aşırı Kilo ve Obezite:

    Tüm çalışmalara göre, emzirmenin aşırı kilo ve obezite riskini %24 oranında azalttığı görüldü

    Yalnızca yüksek kaliteli çalışmalarda, bu oran %12’ye düşmüştür.

    Bu nedenle, emzirmenin aşırı kilo/obeziteye karşı koruyucu etkisi olsa da, tam olarak neden-sonuç ilişkisini belirlemek için daha fazla araştırma gerekmektedir.

    Bu meta-analiz, emzirmenin uzun vadeli sağlık ve bilişsel gelişim üzerindeki etkilerini incelerken 14 farklı çalışmayı bir araya getirdi. İstatistiksel analizler, emzirmenin IQ üzerindeki etkisinin tesadüfi olmadığını, güçlü bilimsel kanıtlarla desteklendiğini gösterdi.

    Peki, fark küçük mü? 3-4 puanlık bir fark küçük gibi görünebilir, ancak bu fark büyük ölçekli çalışmalarda bile anlamlıdır ve çocuğun öğrenme sürecini olumlu yönde etkileyebilir.

    Anne sütü bebeğinizin gelişimi için büyük bir avantaj sağlasa da, IQ yalnızca emzirmeye bağlı değildir. Sevgi dolu bir ortam, sağlıklı beslenme, etkileşimli oyunlar ve öğrenme fırsatları da bebeğinizin zihinsel gelişimini destekler.

    Hem bağışıklık sistemini güçlendirmek, hem de bilişsel gelişimini desteklemek için bebeğinizle mümkün olduğunca emzirme yolculuğunuzu sürdürebilirsiniz.

    Şunu da lütfen unutmayın ki her anne ve bebek farklıdır, ancak sevgiyle beslenen her çocuk en iyi başlangıcı yapmış demektir. 

    Kaynakça

    Horta, B. L., & Victora, C. G. (2013). Long-term effects of breastfeeding: A systematic review. World Health Organization. 

  • Doğum Sonrası İlk Haftalarda Bebeğinizle Temas

    Doğum Sonrası İlk Haftalarda Bebeğinizle Temas

    Anne olmak harika bir deneyimdir, ancak doğum sonrası her şeyin mükemmel gitmesini beklemek bazen gerçekçi olmayabilir. Hamilelikte ya da doğum sonrası dönemde depresyon yaşayan anneler için en büyük endişelerden biri, bu ruh halinin bebekleri nasıl etkileyebileceğidir. Ancak yeni bir araştırma, annelerin bebeklerine dokunarak, okşayarak ve sevgiyle temas kurarak bu etkileri azaltabileceğini ortaya koyuyor!

    Bilim insanları, annelerin hamilelikte ve doğum sonrası dönemde yaşadığı depresyonun, bebeklerin genetik yapısı üzerinde nasıl değişikliklere yol açabileceğini araştırdı. 2014 yılında yapılan çalışma, özellikle NR3C1 adı verilen stresle ilişkili bir genin metilasyon seviyelerini inceledi. Gebelik sırasında düşük depresyon seviyesi olan ancak doğum sonrası yüksek depresyon yaşayan annelerin bebeklerinde, bu genin metilasyon seviyelerinin belirgin şekilde arttığı bulundu. Bu değişikliklerin, bebeğin stres tepkisini ve duygusal gelişimini etkileyebileceği öne sürüldü.

    Ancak umut verici bir bulgu daha var: Annenin bebeğine fiziksel temas göstermesi, yani onu okşaması ve sevgiyle dokunması, bu olumsuz etkileri tersine çevirebilir! Çalışma, özellikle bebeğin 5. haftasında yapılan fiziksel temasın metilasyon seviyelerini önemli ölçüde azalttığını gösterdi. Bebekler ne kadar çok sevgi dolu dokunuşa maruz kalırsa, genetik düzeyde stresle ilgili olumsuz etkiler o kadar az görülüyor.

    Öte yandan, 9. haftada yapılan dokunmanın aynı etkiye sahip olmadığı görüldü. Bu da, erken dönemin kritik bir pencere olduğunu ve ilk haftalarda bebeğe fiziksel temasın büyük bir fark yaratabileceğini gösteriyor. Yani bebeğinize doğumdan itibaren bol bol sarılmak, ten teması kurmak ve onu okşamak, onun biyolojik stres tepkisini düzenlemeye yardımcı olabilir.

    Bu araştırma, annelerin doğum sonrası depresyon yaşayabileceğini ancak bebeklerine fiziksel temas göstererek bu etkileri en aza indirebileceklerini gösteriyor. Eğer kendinizi yorgun, üzgün veya endişeli hissediyorsanız, bunun bebeğiniz üzerinde uzun vadeli etkileri olup olmadığını düşünerek kendinizi suçlamayın. Bebeğinize sevgiyle dokunarak, ona sarılarak ve sıcak bir bağ kurarak, gelişimi üzerinde olumlu bir etki yaratabilirsiniz.

    Unutmayın, sevgi dolu bir dokunuş, bilimsel olarak kanıtlanmış bir iyileştirici güce sahiptir!

    Kaynakça

    Sharp, H., Pickles, A., Meaney, M., Marshall, K., Tibu, F., & Hill, J. (2014). Interaction between maternal prenatal depression and postnatal depression and its effect on infant NR3C1 gene methylation. Translational Psychiatry, 4, e448. https://doi.org/10.1038/tp.2014.140

  • Her Yeni Motor Beceride Risk Algısı Yeniden mi Öğrenilir? Düşmenin Buradaki Rolü Nedir?

    Her Yeni Motor Beceride Risk Algısı Yeniden mi Öğrenilir? Düşmenin Buradaki Rolü Nedir?

    Her Yeni Motor Beceride Risk Algısı Yeniden mi Öğrenilir?

    Önceki araştırmalar (Campos et al., 1978, 1992), bebeklerin yükseklik korkusunun emekleme deneyimiyle geliştiğini göstermişti. Adolph ve ekibi (1993; 2000; 2013), bebeklerin bu öğrendiklerini yürüme gibi yeni hareket türlerine aktarıp aktaramadığını araştırdı.

    Yürümeye Geçişte Geliştirilen Risk Algısı Değişir mi?

    8-12 aylık emeklemede deneyimli bebekler, tehlikeli eğimleri fark edip durabiliyordu.

    Ancak aynı bebekler 12-14 ayda yeni yeni yürümeye başladıklarında düşme risklerini fark edemeyip tehlikeli yerlere adım atıyorlardı. Öğrendikleri motor becerileri yürüme aşamasına geçerken unutmuş gibiydiler.

    Bebekler, her yeni hareket becerisi için çevreyi yeniden öğrenirler. Emekleme sırasında öğrendikleri riskleri, yürümeye başladıklarında tekrar deneyimlemeleri gerekir. Risk algısı, genelleştirilmiş bir bilgi değil, her yeni motor beceride yeniden kazanılan bir yetenektir.

    Yeni yürümeye başlayan bebekler defalarca düşmelerine rağmen aynı hataları tekrarlamaya devam etti. Düşmeleri onlar için bir öğrenme deneyimi oluşturmuyordu.

    4. Bebekler Düşmekten Ders Çıkarır mı?

    Bebekler düştüklerinde bundan ders çıkarır mı, yoksa keşfetmeye devam eder mi?

    Önceki araştırmalar, bebeklerin yükseklikten kaçınmayı emekleme veya yürüme aşamalarında ayrı ayrı öğrendiğini göstermişti. Ancak, bebeklerin düşmelerini bir hata olarak görüp öğrenip öğrenmediği bilinmiyordu. Han & Adolph (2020), 13-19 aylık bebeklerin düşmelere nasıl tepki verdiğini test etti.

    563 düşme izlendi ve 138 bebek incelendi.

    Düşme sonrası bebeklerin verdiği tepkiler incelendi:

    • Ağlıyorlar mı?
    • Tekrar düşme riski olan yerlere gidiyorlar mı?
    • Ne kadar sürede toparlanıp keşfe devam ediyorlar?

       •       Bebeklerin sadece %4’ü düştükten sonra ağladı.

       •       %92’si düştükten birkaç saniye içinde oyuna ve yürümeye devam etti.

       •       Daha önce düştükleri yerlere tekrar gitmekten çekinmediler.

    Sonuç olarak,

    Bebekler düşmeyi önemli bir hata olarak görmez.

    Düşmek, bebeklerin keşif sürecini durdurmaz.

    Bebekler hatalarından ders çıkararak değil, tekrarlı deneme yanılma yoluyla öğrenir.

    Bebekler Keşfederek Öğrenir!

    Bebekler hareket etmeyi hataya dayanarak değil, keşfederek öğrenirler. Yani, bir kere düşmeleri onları durdurmaz, aksine tekrar denemeye teşvik eder! Hata yapmak, onlar için bir engel değil, sürecin doğal bir parçasıdır.

    Kaynakça

    Adolph, K. E. (1993). Learning in the development of infant locomotion. Monographs of the Society for Research in Child Development, 58(Serial No. 233). https://doi.org/10.2307/1166064

    Adolph, K. E. (2000). Learning to keep balance. Advances in Infancy Research, 12, 1-51.

    Adolph, K. E., & Berger, S. E. (2006). Motor development. In D. Kuhn & R. S. Siegler (Eds.), Handbook of Child Psychology (6th ed., Vol. 2, pp. 161-213). Wiley.

    Han, D., & Adolph, K. E. (2020). The impact of errors in infant development: Falling like a baby. Developmental Science, 24, e13069. https://doi.org/10.1111/desc.13069

  • Bebekler Düşerek mi Öğrenir? Derinlik ve Risk Algısı Nasıl Gelişir?

    Bebekler Düşerek mi Öğrenir? Derinlik ve Risk Algısı Nasıl Gelişir?

    Bebeklerin yürümeyi öğrenirken defalarca düştüklerini hepimiz biliriz. Ancak bu düşüler, gerçekten bir öğrenme sürecinin parçası mı? Bebekler, hatalarından ders çıkararak mı hareket etmeyi öğrenir, yoksa düşüp kalkmaya devam ederek mi? Bu sorular, yıllar boyunca bilim insanlarının ilgisini çekmiştir.

    Bu yazıda, bebeklerin derinlik ve risk algısı ve hareket kabiliyetlerini geliştirmesi üzerine yapılan önemli bilimsel araştırmaları inceleyeceğiz.

    1. Bebekler Doğduğunda Derinlik Algısına Sahip mi?

    Gibson & Walk (1960) tarafından yapılan Görsel Uçurum Deneyi (Visual Cliff Experiment), bebeklerin ve hayvanların doğuştan derinlik algısına sahip olup olmadığını test etmek için yapılan klasik bir deneydir. Bu deney, gelişim psikolojisinin temel taşlarından biri olarak kabul edilir ve bebeklerin derinliği algılayıp algılamadığı, yükseklikten korkup korkmadığı ve bu yeteneklerin doğuştan mı yoksa deneyimle mi geliştiği sorularına yanıt arar.

    Araştırmacılar, derinlik algısını test etmek için özel bir masa düzeneği tasarladı. Bu düzeneğe “Görsel Uçurum” adı verildi.

                •Masanın bir yarısı: Sert ve yüzeyi tamamen desenli bir tabla içeriyordu (güvenli taraf).

                •Masanın diğer yarısı: Cam bir yüzeyle kaplandı ve altına derinlik hissi yaratmak için aynı desen birkaç metre aşağıya yerleştirildi (derin taraf). Bu, boşluğa düşüyormuş gibi bir illüzyon yaratıyordu.

                •Bebekler masa üzerine yerleştirildi ve anneleri, onları cam yüzeyin üzerinden geçmeye teşvik etti.

     Önemli Not: Cam yüzey aslında tamamen güvenliydi, ancak bebekler ve hayvanlar bunu anlayamıyor ve derinlik farkı varmış gibi algılıyorlardı.

    Eğer bebekler doğduklarından itibaren derinliği algılayabiliyor ve tehlikeyi fark edebiliyorsa, bu, derinlik algısının doğuştan gelen (innate) bir yetenek olduğunu gösterecekti.

    Öte yandan, eğer bebekler derinlik farkını algılayamıyor ve düşme tehlikesinin farkında olmadan cam yüzeye ilerliyorsa, bu, derinlik algısının ancak deneyimle geliştirilen bir beceri olduğunu gösterecekti.

    • 6-14 aylık bebekler, anneleri tarafından derin tarafı geçmeye teşvik edildi.
    • Bebeklerin %92’si derin tarafa geçmeyi reddetti
    • Bazı bebekler şeffaf camın üzerine birkaç adım attı, ancak sonra durdu ve geri döndü.
    • Bu derinlik algısının doğuştan geldiğini gösteriyordu.

    Bu çalışma, bebeklerin doğduklarından itibaren derinlik farkını algılayabildiğini ortaya koydu.

    2. Bebeklerde Yükseklik ve Risk Algısı Ne Zaman Ortaya Çıkar?

    Görsel Uçurum Deneyi (Gibson & Walk, 1960) bebeklerin doğuştan derinlik algısına sahip olduğunu göstermişti. Ancak Campos ve ekibi (1978, 1992), bebeklerin yükseklik korkusunu doğuştan mı yoksa hareket deneyimi kazandıktan sonra mı geliştirdiğini araştırdı.

                •Bebekler, görsel uçurum düzeni üzerine yerleştirildi (bir taraf sağlam zemin, diğer taraf cam yüzey).

                •Bebeklerin kalp atış hızları ölçüldü (kalp atışındaki değişiklikler, stresin bir göstergesidir).

                •Derin tarafa yaklaştıklarında ilerlemeye devam mı ettiler, yoksa durup geri mi çekildiler bu gözlemlendi.

    Bebeklerin yaşıyla değil, hareket deneyimiyle bu risk algısının geliştiğini gösterdi.

    • 2-4 aylık bebeklerin kalp atışları değişmedi → Derinliği fark edebiliyorlardı ama strese girmiyorlardı.
    • 5-8 aylık yeni emekleyen bebeklerde hafif bir stres gözlendi.
    • 9-12 aylık deneyimli emekleyen bebeklerde kalp atışları hızlandı ve derin tarafa gitmeyi reddettiler.

    Yani, bebekler doğduklarında derinlik algısına sahip olsalar da, bu derinliği risk olarak algılamayı deneyimle öğrenirler. Bebekler hareket etmeye başladıkça düşme riskini deneyimlemeye başlar ve buna bağlı olarak yükseklikten kaçınma davranışı göstermeye başlarlar.

    Kaynakça

    Campos, J. J., Bertenthal, B. I., & Kermoian, R. (1992). Early experience and emotional development: The emergence of wariness of heights. Psychological Science, 3(1), 61-64. https://doi.org/10.1111/j.1467-9280.1992.tb00259.x

    Campos, J. J., Hiatt, S., Ramsay, D., Henderson, C., & Svejda, M. (1978). The emergence of fear on the visual cliff. Proceedings of the 5th Biennial Meeting of the International Society for the Study of Behavioral Development.

    Gibson, E. J., & Walk, R. D. (1960). The “visual cliff.” Scientific American, 202(4), 64-71. https://doi.org/10.1038/scientificamerican0460-64

  • Duygularınızı Takip Ederek Alışkanlıklarınızı Değiştirin

    Duygularınızı Takip Ederek Alışkanlıklarınızı Değiştirin

    Bilimsel çalışmalar duygu takibinin davranış değişikliğinde nasıl güçlü bir araç olduğunu ortaya koyuyor (Hollis ve diğerleri, 2015). Çalışma, olumsuz alışkanlıkların duygusal sonuçlarını anlamanın ve yansımanın davranış değişikliğini teşvik edebileceği hipotezine dayanıyordu.

    Araştırma, 21 gün boyunca, sigara içme veya aşırı yemek yeme gibi alışkanlıkları değiştirmek isteyen 35 katılımcı üzerinde gerçekleştirildi. Katılımcılar iki gruba ayrıldı:

                •          Duygu Odaklı Takip Grubu: Alışkanlıkları gerçekleştirdiklerinde veya kaçındıklarında hissettikleri duyguları yazılı olarak kaydettiler ve geçmiş girişleri gözden geçirdiler.

                •          Bilgi Odaklı Takip Grubu: Alışkanlıklarının zaman, yer ve sosyal bağlam gibi objektif bilgilerini kaydettiler.

    Duygu Takibinin Gücü: Çarpıcı Bulgular

                1.         Daha Yüksek Başarı Oranı

    Duygu odaklı takip, alışkanlıklardan tamamen kaçınılan günlerin oranını önemli ölçüde artırdı (%27,78; bilgi odaklı grupta %6,25). Bu sonuç, duygusal farkındalığın alışkanlıkların üstesinden gelmede güçlü bir araç olduğunu gösteriyor.

                2.         Derin İçgörüler ve Farkındalık

    Duygu takibi, katılımcılara yalnızca bir davranışın ne zaman ve nerede gerçekleştiğini değil, aynı zamanda neden gerçekleştiğini düşünme fırsatı sundu. Bu süreç, geleceğe yönelik daha geniş dersler çıkarılmasını ve zararlı davranışların duygusal sonuçlarının daha iyi anlaşılmasını sağladı.

                3.         Başarısızlıkların Motivasyon Kaynağı Olarak Rolü

    Araştırmada, başarısızlık günlerine dair yansımalar (ör. pişmanlık veya üzüntü), başarılı günlerden daha güçlü bir motivasyon kaynağı olarak bulundu. Olumsuz duygular, kişilerin alışkanlıklarıyla yüzleşmesine ve daha etkili değişiklikler yapmasına yardımcı oldu.

                4.         Dil Kullanımı ve Başarı İlişkisi

    Duygu odaklı grup, kayıtlarında daha fazla iç görü içeren ifadeler kullandı (ör. “fark ettim”, “çözdüm”). Bu dil kullanımı, alışkanlık değişikliğinde daha yüksek başarı oranlarıyla ilişkilendirildi.

    Duygu Takibini Hayatınıza Nasıl Uygulayabilirsiniz?

    Bu bilimsel bulgular, duygu takibinin etkili bir davranış değişikliği aracı olduğunu gösteriyor. İşte bu yöntemi hayatınıza entegre etmeniz için birkaç öneri:

                1.         Duygularınızı Günlük Olarak Kaydedin

    Her gün, alışkanlıklarınızla ilgili hissettiklerinizi ve bu duyguların nedenlerini yazın. Örneğin, “Bugün bunu yaptım çünkü stresliydim, ama sonrasında pişman oldum.” gibi bir kayıt, gelecekte daha bilinçli kararlar almanıza yardımcı olabilir.

                2.         Başarılarınızı ve Başarısızlıklarınızı Gözden Geçirin

    Geçmişteki girişlerinizi inceleyerek, hangi durumların sizi tetiklediğini ve neyin işe yaradığını fark edin. Başarısız günlerinizden ders çıkarın ve bu dersleri gelecekte kullanın.

                3.         Duygusal Farkındalığınızı Artırın

    Bir alışkanlığın yalnızca fiziksel değil, duygusal sonuçlarını da dikkate alın. Bu farkındalık, alışkanlıklarınızla daha güçlü bir bağ kurmanıza ve bu bağları değiştirmek için daha istekli olmanıza yardımcı olur.

    Neden Önemli?

    Bu çalışma, duyguların davranış değişikliğinde genellikle göz ardı edilen ama kritik bir rol oynadığını gösteriyor. Duygularını fark eden ve takip eden kişiler:

                •          Daha bilinçli kararlar alıyor.

                •          Başarısızlıklarından ders çıkarıyor.

                •          Daha kalıcı davranış değişikliklerine ulaşıyor.

    Sonuç: Duygularınızı İzleyerek Değişimi Başlatın

    Duygularınız, davranışlarınızı anlamanın ve değiştirmenin anahtarıdır. Bugünden başlayarak, duygu takibini bir alışkanlık haline getirin ve bu bilimsel yöntemin hayatınızı nasıl dönüştürebileceğini keşfedin. Unutmayın, küçük bir farkındalık, büyük değişimlerin başlangıcı olabilir.

    Pratik Öneriler

         1.    Duygu Takibine Başlayın: Mobil uygulamalardan faydalanarak duygularınızı düzenli olarak kaydedin. Bu, hangi durumların sizi nasıl etkilediğini anlamanıza yardımcı olur.

         2.    Duygularınızı Tanımlayın ve İfade Edin: Kendinizi hislerinize göre tanımlamaktan çekinmeyin. Örneğin, “Bugün kendimi huzurlu hissediyorum” veya “Endişeliyim çünkü bir sorunla karşılaştım” gibi cümlelerle duygularınızı ifade edin.

         3.    Rutin Oluşturun: Duygu takibi bir alışkanlık haline geldiğinde, kendinizi daha iyi anlar ve duygusal sağlığınıza daha kolay müdahale edebilirsiniz.

         4.    Uzman Yardımı Alın: Eğer duygularınızla başa çıkmakta zorlanıyorsanız, bir uzmandan destek alın. Duygu takibi ile elde ettiğiniz veriler, uzmanla görüşmelerinizde size rehberlik edebilir.

    Kaynakça

    Hollis, Victoria & Konrad, Artie & Whittaker, Steve. (2015). Change of Heart: Emotion Tracking to Promote Behavior Change. 10.1145/2702123.2702196.

  • Duygu Takibinin Gücü: Olumlu Duygularınızı Kalıcı Hale Getirin

    Duygu Takibinin Gücü: Olumlu Duygularınızı Kalıcı Hale Getirin

    Günlük duygularımızın farkına varmak ve onları takip etmek, daha mutlu ve dengeli bir hayatın anahtarı olabilir mi? Bilimsel çalışmalar bu soruya net bir yanıt veriyor: Evet, olabilir! Duyguları düzenli olarak takip etmenin, özellikle olumlu duyguların sürekliliğini artırmada güçlü bir etkisi var. Gelin, bu etkilerin bilimsel temellerine birlikte göz atalım.

    Araştırmanın Arka Planı

    2023 yılında Amerika’daki Arizona State, Pennsylvania ve Virginia üniversitelerinden bir ekip, 1.025 katılımcıyla kapsamlı bir çalışma gerçekleştirdi. Amaçları, duygu takibinin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini anlamaktı. Katılımcılar 21 ila 28 gün boyunca günlük duygularını izledi ve şu üç gruba ayrıldı:

                •          Takip Grubu: Geçmiş duygularını grafikler ve duygulara neden olan olayların açıklamaları ile takip ettiler.

                •          Raporlama Grubu: Sadece o günkü duygularını kaydettiler ama geçmiş verileri inceleyemediler.

                •          Kontrol Grubu: Duygularını hiç kaydetmediler, yalnızca günlük rutinlerle ilgili sorulara yanıt verdiler.

    Araştırmanın temel amacı, geçmiş duyguların hatırlanmasının olumlu ve olumsuz duyguların sürekliliğini nasıl etkilediğini anlamaktı. Geçmiş araştırmalar, insanların olumsuz olayları ve duyguları daha kolay ve detaylı hatırladığını, buna karşın olumlu duyguların hafızada daha silik kaldığını göstermişti. Bu doğal eğilim nedeniyle, mutlu anılarımız genellikle arka planda kalabiliyor. Ancak araştırma, bu olumlu duyguları hatırlamaya yönelik basit bir hatırlatmanın bile bu durumu değiştirebileceğini ortaya koyuyor.

    Olumlu Süreklilik Etkisi Nedir?

    Araştırmanın iki aşamasında da “olumlu süreklilik etkisi” (positive persistence effect) adı verilen bir fenomen gözlemlendi.

                1.Olumlu Duygular Daha Uzun Süre Korundu: Takip grubundaki katılımcılar, raporlama grubuna kıyasla olumlu duygularını %15 daha uzun süre korudu. Ancak olumsuz duyguların kaydedilmesi böyle bir etkiye neden olmadı.

                2.Hatırlatmaların Gücü: Geçmiş duyguları grafiklerle veya açıklamalar ile hatırlayan kişiler, olumlu duygularını daha güçlü bir şekilde sürdürebildi.

                3.Duyguların Nedenlerini Hatırlamak: Sadece duyguları değil, bu duyguların nedenlerini de hatırlatan anımsatıcılar olumlu etkileri daha da artırdı.

    Bu bulgular, olumlu duyguların kaydedildiğinde daha kalıcı olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla olumlu duygularımızı kaydetmek ve bir grafikle takip etmek bu duyguların ertesi güne taşınmasına yardımcı oluyor. Dahası, bu duyguların nedenlerinin de hatırlanması bu etkiyi arttırıyor.

    Duygu takibi yapmak, hem zihinsel sağlığınızı desteklemek hem de mutlu anılarınızın etkisini sürdürmek için güçlü bir araç olabilir. İşte başlamak için basit bir rehber:

    1.Duygularınızı Günlük Olarak Kaydedin: Bugün nasıl hissettiğinizi ve neden böyle hissettiğinizi Elika duygu takibi ile kaydedebilirsiniz.

    2.Geçmişi Gözden Geçirin: Önceki günlerde sizi mutlu eden durumları inceleyerek tekrar deneyimlemek için fırsatlar yaratın.

    3.Olumlu Anılarınızı Güçlendirin: Grafiklerle veya notlarla geçmiş mutlu anılarınızı hatırlayabilirsiniz.

    Duygu Takibinin Zihinsel Sağlığa Katkısı

    Araştırma, olumlu duyguların sürekliliğini artırmanın şu faydalarını vurguluyor:

                •          Stres Yönetimi: Geçmiş olumlu deneyimlerinizi hatırlamak, stresli durumları daha kolay atlatmanıza yardımcı olabilir.

                •          Daha Sağlıklı Ruh Hali: Düzenli duygu takibi, genel yaşam memnuniyetinizi artırabilir.

                •          Kendinizi Tanıma: Günlük duygularınızı kaydetmek, kendinizi daha iyi anlamanıza ve tetikleyicilerinizi fark etmenize olanak tanır.

    Kaynakça

    Boghrati, R., Sharif, M. A., Yousefi, S., & Heydarian, A. (2024). Emotion tracking (vs. reporting) increases the persistence of positive (vs. negative) emotions. Journal of Experimental Social Psychology, 110, 104556. https://doi.org/10.1016/j.jesp.2023.104556

  • Duygu Takibi ve Öz Farkındalığın Önemi

    Duygu Takibi ve Öz Farkındalığın Önemi

    Duygularınızı düzenli olarak takip etmek, duygusal öz farkındalığınızı artırmanın en etkili yollarından biridir. Duygusal farkındalık, sadece ruh halinizi anlamakla kalmaz, aynı zamanda bu duyguların kaynağını ve etkilerini fark etmenize yardımcı olur (Kauer et al., 2012). Bu, stres ve kaygıyı daha etkili bir şekilde yönetmenizi sağlar ve daha ciddi ruh sağlığı sorunlarının gelişmesini önler (Gross et al., 1997).

    Duygusal Farkındalığın Önemi: Düşük duygusal farkındalık, genellikle anksiyete ve depresyon gibi ruhsal sağlık sorunlarının temel nedenlerinden biri olarak kabul edilir (Suveg et al., 2009). Duygularınızı anlamak ve ifade edebilmek, bu sorunların önüne geçmekte önemli bir adımdır.

    Mobil sağlık uygulamaları, günlük duygu takibi yapmanıza olanak tanıyarak duygularınızı düzenli bir şekilde kaydetmenizi sağlar. Bu süreç, ruh halinizdeki değişimleri anlamanızı ve hangi durumların duygusal dalgalanmalara neden olduğunu fark etmenizi kolaylaştırır. Örneğin, hangi durumlarda stresli hissettiğinizi ya da sizi neyin mutlu ettiğini daha net bir şekilde anlayabilirsiniz.

    Duygu Düzenleme: Etiketlemenin ve Yeniden Çerçevelemenin Beyindeki Gücü

    Duygular üzerine düşünmek ve onları anlamaya çalışmak, ruh sağlığınız üzerinde olumlu etkiler yaratır. Özellikle duygularınızı açıkça tanımlamak ve ifade etmek, duygusal düzenlemeyi kolaylaştırır. Örneğin, “Kendimi endişeli hissediyorum” veya “Bugün çok mutluyum” gibi ifadeler kullanmak, beyninizde duyguları otomatik olarak düzenleyen mekanizmaları harekete geçirir. Bu, olumsuz duyguları azaltırken olumlu duygularınızı artırır (Burklund et al., 2014).

    Araştırmalar, iki etkili stratejiyi öne çıkarıyor: duygusal etiketleme (affect labeling) ve yeniden çerçeveleme (reappraisal). Bu yöntemler, duygusal yükü hafifletmek ve daha dengeli bir ruh hali sağlamak için güçlü araçlardır.

    İki Strateji Nasıl Çalışır?

                1.         Duygusal Etiketleme

    Hissettiğiniz duygulara basitçe bir isim vermeyi içerir. Örneğin, “Korkuyorum” veya “Üzgünüm” diyerek, olumsuz duyguları düzenlemek mümkündür. Bu strateji az çaba gerektirir ama etkili sonuçlar sağlar.

                2.         Yeniden Çerçeveleme

    Bir durumu daha olumlu bir bakış açısıyla yeniden değerlendirmektir. Örneğin, “Bu hata bir öğrenme fırsatı” gibi bir düşünce biçimi geliştirmek, duygusal tepkiyi hafifletir ve zihinsel dayanıklılığı artırır.

    Araştırma Sonuçları

    Bilimsel bir çalışma, bu iki stratejinin beyin üzerindeki etkilerini karşılaştırmıştır. Katılımcılar, olumsuz görüntülere maruz kaldıklarında, her iki yöntem de duygusal yoğunluğu azaltmada etkili bulunmuştur. Özellikle:

                •          Her iki strateji de amigdala aktivitesini azaltmış, beynin duygusal düzenlemede önemli rol oynayan prefrontal korteks bölgelerini harekete geçirmiştir.

                •          Yeniden çerçeveleme daha geniş bir beyin aktivasyonu üretmiştir, çünkü daha karmaşık bilişsel süreçler içerir.

                •          Duygusal etiketleme ise daha basit ve kolay uygulanabilir bir seçenek olarak öne çıkmıştır.

    Bu sonuçlar, iki stratejinin de duygusal düzenlemeyi nöral seviyede etkili bir şekilde desteklediğini göstermektedir.

    Duygusal düzenleme, aynı zamanda düşüncelerinizi yeniden değerlendirme alışkanlığını geliştirir. Duygularınızı bastırmak yerine onları sağlıklı yollarla ifade etmenizi sağlar. Bu süreç, genel psikolojik sağlamlığınızı artırır ve günlük hayatınızdaki zorluklarla daha iyi başa çıkmanıza yardımcı olur (Haga et al., 2007).

    Kaynakça

    Burklund, L. J., Creswell, J. D., Irwin, M. R., & Lieberman, M. D. (2014). The common and distinct neural bases of affect labeling and reappraisal in healthy adults. Frontiers in Psychology, 5, 221. https://doi.org/10.3389/fpsyg.2014.00221

    Gross, J. J., & Levenson, R. W. (1997). Hiding feelings: The acute effects of inhibiting negative and positive emotion. Journal of Abnormal Psychology, 106(1), 95–103. https://doi.org/10.1037/0021-843X.106.1.95

    Haga, S. M., Kraft, P., & Corby, E. (2007). Emotion regulation: Antecedents and well-being outcomes of cognitive reappraisal and expressive suppression in cross-cultural samples. Journal of Happiness Studies, 10(3), 271–291. https://doi.org/10.1007/s10902-007-9080-3

    Kauer, S. D., Reid, S. C., Crooke, A. H. D., Khor, A., Hearps, S. J. C., Jorm, A. F., et al. (2012). Self-monitoring using mobile phones in the early stages of adolescent depression: Randomized controlled trial. Journal of Medical Internet Research, 14(3), e67. https://doi.org/10.2196/jmir.1858

    Suveg, C., Hoffman, B., Zeman, J. L., & Thomassin, K. (2009). Common and specific emotion-related predictors of anxious and depressive symptoms in youth. Child Psychiatry & Human Development, 40(2), 223–239. https://doi.org/10.1007/s10578-008-0121-x