Anne sütü, bebeklerin ilk beslenme ürünü… Besleyicilik açısından her ne kadar zengin olsa da her bebek anne sütünden faydalanamıyor. Emziremeyen annelerin iç dünyası ise bu noktada karışıyor. Annenin bebeğini ne kadar emzirdiği, hangi sıklıkta emzirdiği, sütünün kalitesi ve azlığı-çokluğu toplumsal olarak da konuşulup anneyi yoran bir hâle geliyor. İşte tam da bu noktada, anne sütü biyolojik bir olaydan çıkıp psikolojik bir kısma doğru yol alıyor. Birçok kadının anneliğiyle ilgili yetersizlik duygularını tetikleyen bu durumu konuşmamız gerekiyor çünkü bazen mama biberonuyla beslenen bir bebek, emzirme baskısıyla büyüyen bir annenin kırılgan psikolojisinden çok daha sağlıklı olabilir.
1. Psikodinamik Bakış: “İyi Anne” Olmanın Görünmeyen Yükü
Annelik yalnızca bugün deneyimlediğiniz olaylardan ibaret değil; geçmiş kuşaklardan gelen bilinçdışı izleri taşıyan yeni bir deneyim yoludur. Emzirme sadece besleme değil, bir bağ kurma, yeterli olma ve sevgiyi gösterme biçimi olarak da yorumlanır.
Emzirme, nesne ilişkileri kuramcılarına göre bebeğin dış dünya ile ilk ilişkilerinden biridir. Bu süreçte anne sadece bir “besin kaynağı” değil, aynı zamanda bebek için birincil sevgi nesnesidir. Emzirme deneyimi sevgi ve güvenle gerçekleşirse, bebek dış dünyaya dair olumlu düşünceler taşır.
Yanlış anlaşılmasın, bu durum fiziksel olarak meme ile beslenmeden ibaret değil. Yani biberonla beslenen, annenin sevgi ve güvenini o an yaşayan bir bebek de hayata dair olumlu düşünceler taşıyabilir. Kuramcılar bu noktada anne memesini sadece temsili olarak baz alırlar.
Aynı şekilde, Melanie Klein’ın “iyi meme” ve “kötü meme” kavramı da fiziksel memeyi değil, memeye dair bebekte oluşan ruhsal temsilleri ifade eder. Biberonla beslenen bir bebek, eğer sevgiyle, düzenli ve sakin bir temasla besleniyorsa; bu “iyi meme” (yani iyi nesne) temsili yine gelişebilir. Buradaki iyi nesne, anneyi temsil eder. Asıl önemli olan emzirmemek değil, duygusal olarak orada olmamaktır. Bebek için esas zedeleyici olan budur.
2. Emzirme Zorunluluğunun Toplumsal Baskısı ve Annenin İçsel Dünyası
Toplumumuz emzirme konusunda hassas bir yapıdadır desek yanlış olmaz çünkü anne doğum yapar yapmaz, sütü fazlaca olsa dahi süt artırmanın yollarını etraftan dinlerken kendini bulabilir. Burada anneye verilen örtük mesaj, “Her an yetersiz olabilirsin” ya da “Zaten yetersizsin” şeklinde olabilir ve lohusa annenin kırılganlığını, psikolojisini oldukça etkileyebilir.
Bir üniversite araştırmasına göre (Boğaziçi Üniversitesi, 2021), doğum sonrası ilk altı ayda mama vermek zorunda kalan annelerin %68’i suçluluk duygusu yaşadığını, %54’ü ise sosyal çevresi tarafından “eksik anne” gibi hissettirildiğini bildirmiştir. Bu veriler, toplumsal baskının annelerin iç dünyasında ne kadar yıkıcı etkiler bırakabildiğini gösteriyor.
Özellikle sosyal medyada emziren annelerin idealize edilmesi, doğumdan sonra yeterince sütü olmayan ya da tıbbi nedenlerle emziremeyen annelerde değersizlik ve başarısızlık hissi yaratabiliyor. Bu da doğum sonrası depresyonun derinleşmesinde önemli bir risk faktörü hâline geliyor.
3. Annelik Bir Yarış Değil: Farklı Ama Eşit Anneler
Her çocuğun hızı farklı olduğu gibi, her annenin hızı da farklıdır. Anneliği yarış hâline getirmekten ya da böyle getirilen ortamlarda bulunmamaya dikkat etmenizi öneririm. Sınırlarınızı yeterince çizerseniz sizi etkileyen olumsuz söylemler bir süreden sonra yok olacaktır.
Önemli olan annenin duygusal olarak iyi olmasıdır. Bazen emzirmek değil, emzirmeye zorlanmak annenin bedenine ve ruhuna daha fazla zarar verir.
4. İyi Anne Tanımını Yeniden Yapmalıyız
Bir annenin çocuğuna gösterdiği güvenli sevgi, şefkat ve değer hissi, bebeğin en temel besinidir. Biberonla veya meme ile bu duyguları yaşatarak besliyorsanız, “yeterince iyi anne”siniz diyebilirim.